Kudüs, İslam Birliği ve Rü'yet-i Hilal

Doktor Mehmet Zeki Uyanık

            Ramazanın arefesinde İslam'ın mukaddes beldesi Kudüs ve Mescid-i Aksa çirkin bir saldırıya maruz kaldı. Bu saldırı neticesinde 61 Müslüman kardeşimiz şehit oldu, nice din kardeşimiz de yaralandı.

            Kudüs'e ve dolayısıyla Mescid-i Aksaya yapılan bu saldırı ramazana denk gelmesi ya da getirilmesi bizi daha da hüzünlendirdi.

            Aslında yapılan bu saldırı ilk değil belki son da olmayacak. Aynı şekilde sadece Kudüs veya Filistin halkı değil Arakan, Suriye gibi dünyanın farklı coğrafyalarındaki Müslümanlar da bir zulüm saldırı altında.

            Bu saldırıların farklı sebepleri olmakla birlikte ana sebep din farklılığı olduğu herkesin malumudur. Kudüs'teki, Arakan'daki hatta geçmişte Bosna'daki zulmün ana sebebi din farkıdır. Yani zulme maruz kalan Müslümanların zalimlerle aynı inançtan olmamasıdır.       

            Bir asırdır İslam alemi bir işgal, baskı ve zulüm altındadır. Maalesef alem-i İslam kısa zamanda da bu sıkıntıdan kurtulacak gibi görünmüyor.

            İslam dünyasının bu halde olmasının eğitim, sanayi, teknoloji, silah... gibi sebepleri söz konusudur. Ancak İslam dünyasında bir birliğin olmaması da ayrı bir sorun hatta en büyük sorundur.  

            Bugün sözde değil özde, kağıt üzerinde değil gerçekte, ırkı değil İslam kardeşliğini esas almış bir İslam Birliği olsa İslam coğrafyası bu halde olur muydu?

            Ya da bir İslam Birliği olsa Müslümanların mahremi, İslam'ın ilk kıblesi Kudüs bu kadar rahat işgal edilebilir miydi?

            Suriye bu halde olur muydu?

            Arakan, geçmişte Bosna böyle bir zulme maruz kalır mıydı?

            Tabi ki hayır.

            Ama maalesef böyle bir birlik yok. Olmadığı gibi pek de olacak gibi görünmüyor.

            Bir İslam Birliği olmadığından ibadetleri, dini bayramları bile ortak yapamıyoruz.  

            Bunun son örneği Rü’yet-i hilal yani ayın görülmesi meselesinden kaynaklanan ramazan orucuna aynı günde başlayamama meselesidir.

            Ramazan ayının başladığını ve bittiğini ayın gökyüzünde görünmesiyle anlıyoruz. Sevgili Peygamberimiz; "Hilali (ayı) gördüğünüzde oruç tutunuz, yine onu gördüğünüzde iftar ediniz." (Buhari, savm: 5, 11.) buyurmaktadır. İslam ülkeleri bu hadisi farklı yorumlamaktadır.

            Başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı İslam ülkeleri Ramazan’ın veya bayramın geldiğini tespit edebilmek için hadisteki görmeyi yüksek yerlere çıkıp, çıplak gözle gözlemleme olarak yorumlamaktadır. Bu görüşte olanlara göre, Hz. Peygamber bu işi nasıl yaptıysa biz de aynı şekilde yapmak zorundayız.

            Türkiye ise, O günün şartlarında olması gereken buydu. Ama teknolojinin bu kadar ilerlediği ve yıllar sonrasının ay hareketlerinin tespit edildiği bir çağda teknoloji vasıtasıyla, hesap yoluyla ay tespit edilebilmektedir. Dolayısıyla ayı hesap yoluyla tespit edip ramazan ve bayram önceden ilan edilebilir şeklinde yorumlamaktadır.

            Bu yorum farklılığından hemen hemen her yıl İslam ümmeti ramazana birlikte başlayamamakta, bayramı da birlikte yapamamaktadır.

            İnsanın bir sinyal vasıtasıyla binlerce kilometre uzaktan tespit edilebildiği bir çağda ayın teknoloji vasıtasıyla tespit edilememesi mümkün değildir. Bu bağlamda benim kanaatim Türkiye'nin Hanefi Mezhebine dayanan yorumu asrımızda daha akılcı, İslam Birliği ve ümmet şuuru, ibadetlere ve bayramlara birlikte başlama ve bitirme açısından daha doğrudur.

            Hadisin fıkhi yorumu bir yana Müslümanları bu konularda toparlayacak ve bir araya getirecek bir kurum ya da oluşum olmadığından başta ibadet ve bayram birliği olmak üzere  her alanda İslam coğrafyası bir sıkıntı yaşamaktadır.

            Dahası nice İslam şehir ve ülkeleri işgal edilmekte, İslam beldelerinin yeraltı ve yerüstü kaynakları sömürülmekte, Kudüs gibi kutsal mekanlar işgal edilmektedir.

            Müslümanların ortak bir şemsiye altında buluştuğu ve tek vücut olduğu bir birliğin tesis edilmesi duası ve temennisi ile...