Receb ayı, hürmet edilmesi gereken dört kıymetli aydan birisidir.

Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allahın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmetli] olan aylardır. Bir ayın haramlığını başka aya geciktirmek, ancak kâfirliği arttırır. Kâfirler, böylece sapıtıyorlar. Onlar, Allahın haram kıldığı ayların sayılarını denk getirmek için, haram ayı bir yıl helal edip, başka yıl onu yine haram ederler. Böylece, Allahın haram kıldığını helal kılmaya çalışırlar.) [Tevbe 36,37]

İslâmiyetten önce Arablar, mesela Muharrem ayında savaşmak isteyince, o yıl Muharrem ayının ismini, sonraki aya koyarlar, sonraki ayın ismini, Muharrem ayına verirlerdi. Böylece, haram ay, Muharremden bir sonraki ay olurdu. Yukarıdaki âyet-i kerime, ayların yerlerini değiştirmeyi yasak etti. Abdullah bin Ömer hazretleri bildiriyor ki: Resulullah "aleyhissalâtü vesselâm" veda haccında Mina'da teşrik günlerinin ortasında okuduğu hutbede buyurdu ki: (Ey insanlar, Allahın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmetli] olan aylardır. Bu aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.) [İbni Cerir, İbni Munzir, İbni Merdeviyye]

M. Bahili, Resulullahın huzurunda müslüman olduktan sonra uzaklara gitti. Bir yıl sonra perişan halde, tekrar geldi. Resulullah tanıyamayıp, (Sen kimsin?) dedi. Bahili kendisini tanıtınca, Resulullah efendimiz, (Şeklin niye böyle değişti?) buyurdu. (Sizden ayrılalı çok az yiyip içtim de ondan) dedi. Resulullah, (Niye kendine işkence ettin) diyerek (Sabır ayını [Ramazanı] tuttuktan sonra, her aydan bir gün oruç tut yeter) buyurdu. Bahili, (Ben güçlüyüm, daha fazla oruç tutarım) dedi. (O halde iki gün tut) buyurdu. Bahili yine, (Daha da fazla tutarım) dedi, (Üç gün tut) buyurdu. Bahili tekrar daha da fazla tutarım dediği zaman, Resulullah buyurdu ki: (Haram aylarda bir gün oruç tut bir gün ye, bir gün tut bir gün ye.) [Ebu Davud]

Sadreddîn-i Konevî "rahmetullahi aleyh" hazretleri anlattı:

Rü'yâmda Fahr-i kâinat efendimizi (aleyhisselâm) gördüm. Yanlarında Eshâb-ı Kirâm olduğu hâlde medreseye teşrîf etmişlerdi. Sofanın ortasına oturdular. Bu sırada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de oraya gelip, uygun bir yere oturdu. Peygamber efendimiz (aleyhisselâm), Mevlânâ'ya çok iltifât ettiler ve Hazret-i Ebû Bekr'e dönerek; "Yâ Ebâ Bekr! Ben, Celâleddîn ile, diğer Peygamberlerin arasında öğünürüm. Çünkü onun öğrendiği ilim, işlediği amelin feyz ve nûru ile, ümmetimin gözleri aydın olur. O benim oğlumdur" buyurdular. Mevlânâ'yı sağ tarafına oturttular. Peygamber efendimiz (aleyhisselâm), bu rü'yâ ile talebelerimden Mevlânâ'nın derecesinin yüksekliğine işâret buyurdular. Bu durumu diğer talebelere anlattım ki, onun hatırını gözetip ilminin yüksekliğini anlasınlar.

Hâmidî Abdülkâdir Çelebi "rahmetullahi aleyh" Osmanlı Şeyhulislâmlarının Onikincisidir, buyurdular ki;

Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma sordu: (Yâ Mûsâ! Benim için ne amel yaptın?) "Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım ve oruç tuttum ve zekât verdim ve ismini çok zikrettim" deyince, Allahü teâlâ, (Namaz kılmak, senin için burhândır. Oruç, seni Cehennemden koruyan kalkandır. Zekât, mahşer günü, herkes sıcaktan yanarken, sana gölge yapacaktır. Zikir de, o gün, karanlıkta, sana nûr olacaktır. Benim için ne yaptın?) buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, "Yâ Rabbî! Senin için olan amel nedir?" dedi.

Allahü teâlâ, (Sevdiğim kulumu, benim için sevdin mi ve düşmanımı düşman bildin mi?) buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevdiği amelin, Onun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek olduğunu anladı.