Aileye Dair Çok Boyutlu Bir Bakış-8

Son yıllarda boşanma oranlarında gözle görülür bir artış yaşanıyor. Bu artışın nedenleri birbirine geçmiş zincir halkaları gibi şekillenmektedir.

Abone Ol

Kıymetli okuyucularım, Son yıllarda boşanma oranlarında gözle görülür bir artış yaşanıyor. Bu artışın nedenleri birbirine geçmiş zincir halkaları gibi şekillenmektedir. Sanayileşme, modernleşme ve kentleşme, kadının çalışma hayatında yer alması, aldatma ve aldatılma, evlilik hayatının tekdüze olması, bireyselleşmede artış, yaşamdan farklı beklentilere sahip olma, aile içi şiddet, kitle iletişim araçları, boşanan bireylere sosyal ve ekonomik anlamda destek sağlanması, kadın hareketleri, cinsiyet rollerinde farklılaşmaların oluşması ve ekonomik problemler boşanmaya etki eden ve onu meydana getiren faktörler olarak sıralayabiliriz.

Boşanma oranlarının yüksek olması, sadece çalışmakla ilgili değildir. Çoğu zaman bu durum, evlilikteki iletişim eksikliği, sorumluluk, paylaşımındaki adaletsizlik, aile ve akrabalık ilişkileri ile bunların evlilik hayatına müdahale etmesi, en önemli göstergelerden biri kabul edilmektedir. Hem diğer toplumlarda hem de Türkiye’de temel manevi değerlerin saygınlıklarını kaybetmesi, bireysel değerlerin ön planda tutulması, toplumun temel taşı olan ailede şiddetin yaygınlaşması, hayatın karmaşık bir hal alması, tüketim kültürünün gelişmesi, nüfusun şehirlerde yoğunlaşması ve teknoloji ile kitle iletişim araçlarının ev içerisinde daha etkin hale gelmesi sonucunda boşanma, gün geçtikçe daha önemli hale gelen bir olgu olmaktadır. Aynı zamanda yaşanılan yüzyılın stres çağı olarak adlandırılması, kişisel stres kaynaklarının artışı ile bireylerin tahammül seviyelerinin düşmesi, ahlaki yozlaşma ve medyanın sunduğu değer karmaşası da boşanmanın önünü açan, tehdit edici faktörler olarak gösterebiliriz.

Ancak en çok tartışılan konulardan biri de kadınların iş hayatına katılımı ile boşanma oranları arasındaki ilişki. Peki, bu ilişki gerçekten doğrudan mı? Yoksa altında daha derin sebepler mi yatıyor?

Kadınların iş gücüne katılımı ile boşanma oranları arasındaki ilişki genellikle nedensel değil, eş zamanlıdır. Yani kadınların çalışması boşanmayı doğrudan tetiklemez; ancak kadının ekonomik bağımsızlığı, boşanma kararını alma cesaretini artırabilir.

· 2008–2021 dönemini kapsayan bir analize göre, boşanma oranları ile kadın iş gücüne katılım oranları arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Bu bulgu, boşanma sonrası kadınların ekonomik bağımsızlık arayışıyla iş hayatına daha fazla yöneldiğini göstermektedir. Kadınlar, boşanma sonrası hem ekonomik hem de sosyal olarak daha bağımsız bir yaşam kurma eğilimindedir.

Kadının çalışması, ona ekonomik özgürlük ve bireysel gelişim sağlar. Bu özgürlük, kadının evlilikteki konumunu daha eşit hale getirebilir. Ancak bu eşitlik, bazı evliliklerde güç mücadelesine dönüşebilir. Geleneksel rollerin değişmesi, erkeklerin bu yeni duruma uyum sağlayamaması, iletişimde kopukluklara ve çatışmalara neden olabilir. Kadın, erkeğe en derinde şöyle bakmaya başlar: bu adam çocuklarımla benim hayatıma benim yapamadığım ne katıyor?

Kadın hem evde hem işte yoğun bir yük altındaysa, eşinden yeterli destek görmüyorsa, bu durum evlilikte yıpranmaya yol açabilir.

Burada önemli olan, eşlerin birbirini anlaması, rollerin yeniden tanımlanması ve aile içi dengeyi birlikte kurmalarıdır.

Kadının Ekonomik Bağımsızlığı ve Evlilikteki Etkisi

Kıymetli okuyucularım, Kadının ekonomik bağımsızlığı, modern toplumların en önemli dönüşümlerinden biridir. Eğitim olanaklarının artması, iş hayatına katılımın yaygınlaşması ve bireysel hakların güçlenmesiyle birlikte kadın, artık sadece evin değil; üretimin, karar mekanizmalarının ve sosyal hayatın da aktif bir parçası haline gelmiştir. Bu değişim, evlilik kurumunu da doğrudan etkilemektedir.

Ekonomik bağımsızlık, kadına özgüven kazandırır. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kararlarını özgürce verebilen bir kadın, evlilikte daha eşit bir konumda yer alır. Bu eşitlik, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı saygı ile desteklendiğinde, evliliği güçlendirir. Eşler birbirine bağımlı değil; birbirine bağlı olur. Bu bağlılık, sevgiye, anlayışa ve ortak değerlere dayanır.

Ancak ekonomik bağımsızlık, bazı evliliklerde güç dengelerini sarsabilir. Geleneksel rollerin hâkim olduğu aile yapılarında, kadının ekonomik özgürlüğü erkek tarafından tehdit olarak algılanabilir. Bu algı, iletişimde kopukluklara, kıskançlığa ve çatışmalara yol açabilir. Oysa evlilik, bir rekabet değil; bir dayanışma alanıdır. Kadının ekonomik gücü, aileye katkı sunmalı, yükü hafifletmelidir.

İslam da bu konuda dengeli bir yaklaşım sunar. Kadın, kazandığı mal üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Ancak bu özgürlük, aile içi sorumlulukları ihmal etmeye değil; daha bilinçli ve güçlü bir aile yapısı kurmaya vesile olmalıdır.

İslam’a göre evliliğin "müşterek hayat" olduğunu düşündüğümüzde, kadının da kazandığı parayla evin geçimine katkıda bulunması makul görünüyor. Ancak erkeğin bunu bir mecburiyet olarak düşünmesi dinimizce uygun değildir.

Kocanın fiziksel-ruhsal birtakım eksikliklerle ya da zor ekonomik şartlar sebebiyle ailenin geçimini sağlamada yetersiz kalması durumunda kadının, kocasına yardımcı olması güzel bir davranış olup, kadın için sevap ve fazilet vesilesidir.

Nitekim, sahâbe arasında Abdullah bin Mes’ûd’un hanımı Zeyneb’in aile geçiminde yetersiz kalan kocasına, el işçiliği yaparak zanaatıyla sağladığı ekonomik katkı meşhurdur. Hatta hadis kaynaklarında anlatıldığına göre; bir gün Peygamber Efendimiz (asm)'e birini göndererek, ailesine sağladığı malî katkılarından dolayı kendisinin sevap alıp almayacağını sordurunca Peygamberimiz (asm)'in cevabı şöyle olmuştur:

“Evet. Üstelik bundan dolayı ona iki ecir vardır: Biri, akraba ile ilgilenme ecri; diğeri de sadaka ecridir.” (Buhârî, Zekât 48; Müslim, Zekât no. 45-46)

Peygamber Efendimiz (asm)'in bu tavsiyeleri ve müjdeleri, çalışan kadının da parasını harcayacağı öncelikli yerin, sıkıntı içinde olan ailesi olduğunu göstermektedir. Zira bir başka hadiste Peygamber Efendimiz (asm)'in, Abdullah bin Mes’ûd’un hanımı Hz. Zeyneb’in aile ekonomisine sağladığı katkıyı çok yerinde bulup, buna teşvik ve tavsiye ettiğini görüyoruz:

“Kendilerine tasaddukta bulunmana en lâyık kişiler, kocan ve çocuğundur.” (Ebû Dâvud, Zekât, 44; Talâk, 19)

Demek ki kadın, bir mecburiyet olmadan aile ekonomisine katkıda bulunabilir, bu durum onun için büyük hayırlara vesile olur.

Yarın:Aileye Dair Çok Boyutlu Bir Bakış (Kadınların Çalışması Dini Açıdan Bir Değerlendirme)