Aziz El Sorani El Mardini… Aziz Sancar

Dr. Mehmet Zeki UYANIK

Türkiye’nin ve Mardin’in medarı iftiharı, hemşehrimiz Aziz Sancar’ı vücudumuzdaki hücrelerin, hasar gören DNA’ları nasıl onardığını bulan buluşu nedeniyle Nobel Ödülünü alan ilk Türk olma vasfını elde ettiği zaman yazmayı temenni etmiştik ancak kısmet olmamıştı.

MAREV ve MARSEV’ın birlikte organize ettiği Aziz Sancar Nobel Kimya Ödülü replikasının Mardin Artuklu Üniversitesi’ne takdim töreni vesilesi ile geç de olsa bu köşeyi kaleme aldık.

Aziz Sancar, Mardin Savur’dan Nobel Ödülüne uzanan bir başarı hikâyesidir. Bu başarı hikâyesi, şartlar ne kadar zor, imkânlar ne o kadar kıt da olsa azim ve çalışma varsa başarı da mümkün gerçeğinin en güzel numunesi ve mührüdür.

Bu başarı hikâyesinin kahramanı Aziz Sancar, aynı zaman da Türkiye sevdasının da adıdır. Bu sevdasını da, "Bu ödülü Türk milletine adıyorum", “Ben Türküm” açıklamaları ile de bütün dünyaya ilan etti. Ödülden dolayı aldığı 325 bin doları da Türkiye’den Amerika’ya gelen akademisyenlere kalacakları bir yer temin etmek için kurulan “Türk Evi Vakfına” bağışlayarak Türkiye sevdasının sözde değil, maddi ve manevi manada da olduğunu gösterdi.

Bu başarının bir hikâyesi ve sevdası olduğu gibi aynı zaman da bir vefa tarafı da söz konusudur. Bu vefa, Aziz Sancar’ın doğduğu ve büyüdüğü şehri, okuduğu üniversiteyi, ekmeğini yediği ülkesini unutmaması, dahası ne oldum delisi olmayışı, bilakis ismine ve unvanına yakışır asil bir duruş sergilemesidir.

Bu asil duruş, tevazu, bilgelik, vizyon, ülke sevgisi, ve vefayı içermektedir. Nitekim ödülün aslını ve replikalarını nerelere verdiğine bakarsak bu asil duruşun izlerini orada da görmemiz mümkündür. Sayın Sancar, ödülün aslını Anıtkabir’e hediye etti. Bir replikayı mezun olduğu İstanbul Tıp Fakültesi’ne, ikinci replikayı Mardin Artuklu Üniversitesine takdim etti.

Sancar, bu güzel jesti ile hem ülkesine hem de şehrine vefasını, sevdasını ve bağlılığını göstermiştir. Dahası, “benim ödülüm onların ödülüdür” diyerek başarı hikâyesinde emeği olanları unutmayarak, vefanın bir semt ismi olmadığını alçak gönüllülükle ortaya koydu.

Replikayı vermesi için Türkiye’ye davet edildiğinde ise Sayın Sancar’ın yaptığı şu açıklaması, kendisini benim gözümde daha da büyüttü: “Türkiye’yi bir ay ziyaret ettiğimde bilimsel araştırmalarımdan uzak kaldım ayrıca bir tanınmış bir aktör gibi işlem gördüm, ben hayatımda bunları yaşamış insan değilim, konsantrasyonum da bozuldu. Şimdi gelirsem ilgiden ve sevgiden bunalacağım ve tekrar bilimsel araştırmalarımdan uzak kalacağım. Onun için sizden ricam bu replikayı siz verin.”

Bu açıklaması ile başarının tesadüf olmadığını ancak istenilen yere geleceğini gösterdi. Ayrıca şöhretin ve unvanın şehvetine kapılmadan insana ve bilime hizmet etmek gerektiğini vurguladı.

Aziz Sancar, buluşu ve başarısı ile haklı bir ödül ve unvan almıştır. Bu başarı ve unvan onundur. Ancak kendisinin de ifade ettiği ve vefa gösterdiği gibi bu başarıda doğduğu, büyüdüğü ve okuduğu toprakların yani Mardin’in ve Savur’unda bir emeği var. Onun için Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Ağırakça’nın replika töreninde yaptığı şu açıklamasını ve teklifini yerinde buluyorum: “Çağımızın en önemli bilim adamaları arasında yerini alan Aziz Sancar, Mardin Savur’dan çıkıp Nobel Ödülü’nü kazanmış değerli bir bilim insanıdır. Tarih boyunca, Mardin´den ‘El Mardini’ adıyla fizik, kimya ve astronomi alanında bilim adamları çıkmış. Şimdi de ‘El Mardini’ bilim adamları listesine Aziz Sancar ‘Aziz El Sorani El Mardini’ olarak yerini almıştır.”

Umarım Aziz Sancar, gelecekte biyografik kitaplara ve medeniyetimizin tarihine bu isimle girer ve bundan sonra da bu şekilde anılır.

 Ve yine umarım ki, Aziz Sancar bu topraklardan batıya giden son “beyin göçü” olur. Duamız ve temennimiz, bu tarz bilge insanların, bilimsel çalışmalarını, buluş ve başarılarını ülkemizin üniversitelerinde gerçekleştirmeleridir