Fakirin ihtiyacı zenginin israfı kadardır-Hz. Ali ünlü sözü ile başlamak giriş yapmak istedim. Dünyadaki israf edilen yiyecek ve içecekler, muhtaçlara ulaştırılabilseydi, bugün aç yatan insan olmazdı…Gerek dünyada gerekse ülkemizdeki zengin ile fakir kesim arasındaki uçurumu her zaman göz önünde bulunduran bir insan olarak, aradaki orta sınıf kesiminin de fakir kesime dahil olmasından yanayım. Çünkü tam olarak isteklerini gerçekleştiremeyen her insanın haklı her hevesinin, o toplumu oluşturan ve bir şekilde o insanlara engel teşkil eden her konuda, vebali vardır. Toplumu oluşturan insandır, insan toplum için vardır bir nevi. Ama toplumda insanı ezmemelidir, hakkını gözetmeli, onunla var olabildiğini unutmamalı ve unutturmamalıdır da bunu. 

Nasıl ki bir briket, tek başına koca bir apartmanı yadaduvarı oluşturup temsil edemiyorsa, tek başına insan da bir ülkeyi, bir toplumu, bir ırkı ve bir dini temsil edemez. Bunun içindir ki ; bireysel çıkarcılık değil, toplumsal çıkarcılık çok çok önemlidir ve bu, muzdarip olduğumuz şu günlerde, aslında tüm dünya için geçerli bir kural olmalıdır. Zira, el birliği yapamazsak, birbirimizin kuyusunu kazmakla aslında insan yapımı yada İlahi güç tarafından gönderilen belamıza-musibetimize istemeyerek de olsa yardım etmiş oluruz. İnsanın el birliği yapması gereken en başta ailesidir. Aileden, çoklu aileyi oluşturan topluma, oradan “yöre halkı” diye tabir ettiğimiz nice yörelere, o yöreler de bölgelere, yedi bölgede direkt bunu ülkemize yansıtmalıyız. Yansıtmadığımız takdirde bu ve bunun gibi küresel hastalıklarla, toplumda sosyal patlamalarla yaşamaya kendimizi alıştırmalıyız demeyeceğim çünkü bu tür şeyler alışkanlık kazanmamalı. Hani, şairin biri diyor ya : “Bir şeyler var değişecek. Bir şeyler var değiştirmemiz gereken. Önce acılardan başlanacak…- Ahmet Telli” . İşte bunun gibi, insanca yaşamak hakkımızken, biz yoksulluğa, acı çekmeye, fakirliğe, baskılara ve tüm kötü duyguları kabullenmeye neden alışalım ?

Ben çocukken, hiç unutmuyorum. Bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum, baştan belirteyim ki, tüm samimiyetimle yazıyorum ki, amacım katiyen egomu tatmin ya da gösteriş değil. Bir gün  bir sınava girdik, orta okulda, ve yanımdaki çocuk önümdeki arkadaşımdan kopya çekti. Ben de tam o esnada ahlaki olarak onu ceketinden tutup yerine oturtmak amacıyla çektim. Ne oluyor gibisinden baktı suratıma ve çekemeden oturdu…Halbuki kopya verende memnundu halinden, alanda. Fakat ben memnun değildim. Şimdi neden verdim ben bu örneği, aslında çok basit ama içinde çok şey gizli olan bir örnek ; öncelikle, insan her zaman işe kendinden başlamalı, “iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır” demişler. Dört dörtlük olmayan, dört ikilik bir insan olarak, başkasına yapılan her haksızlık bizi de rahatsız etmeli, etmediği müddetçe ileride sıkıntısını çekeceğiz, evet, başkasına yapılsa bile. Kopya anımda olduğu gibi, bir tefeci bugün bir ocağı yıkıp söndürebiliyorsa, ona o toplumun izin verdiğindendir. Zengin o fakire ihtiyacı kadar olan her neyse, verirse, otomatikman o tefeci orada, Müslüman mahallesinde salyangoz satamaz. Bir insan, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına da yapmamalı. Bu sadece namus konusunda değil,ahlaki ve vicdani konularda da, her konuda böyle olmalı. Bizim ülkemiz, çok şükür ki bir çok ülkeden iyi durumda, fakat ben ve benim gibilerin derdi : Neden daha da iyi olmasın ?  Neden vatandaş işsiz kalırken, sırtında devletinin varlığını hissetmesin, ona güven duyup refah içerisinde yaşamasın, gelecek endişesi içerisinde sağlığını kaybedenleri azaltabilirsek, işte o zaman başarıya bir adım daha yaklaşmış oluruz.

Sizinle bir başka anımı daha paylaşma ihtiyacı hissettim : Bir gün askerdeyken, tozdan uygun adım yürüyüşlerden çok kötü hasta düştüm ve akşam ranzamda yatarken, öksürüyordum. Bunu gören kendi koğuşumdaki 29 kişi, hiçbir şey yapmıyordu. Dikkatinizi çekerim, yapamıyordu değil yapmıyordu. Bunu hala hissederim iliklerimde. Ardından Allah’tan bir başka koğuştaki asker, teadüfen bizim koğuşa arkadaş ziyaretine gelip de beni o halde görünce, Allah razı olsun, tuttu bana bir iki kaşık şurup içirdi. Bir yerden bulmuştu, bende var demişti sanırım. Yani, netice itibariyle, bir toplumsal yapı bir bireyine, küçük bir parçasına veyahut onu oluşturan en ufak ayrıntısına dahi özenle dikkat etmezse, koruyup kollamaz ise, o yapının daima o yerden dağılma ihtimali olur. Ben o akşam, o koğuşun tavrı nedeniyle, soğudum o koğuştan. Bu ve buna benzer, bir çok etmen vardır ki, çok hayati öneme sahiptirler. O hayati şeyleri terk edip de, “benim işim yürüsün de başkasına ne olursa olsun” yanlış mantığıyla hareket edersek, başkasına olacak şey bize olur, bana dokunmayan yılan, bana dokunmaz lakin benim akrabamı sokar, felç eder, benim başıma bela eder duruma getirir.

Makaleme son verirken, şunu da eklemek istiyorum, her zaman çok kişinin görüşü, doğru çıkmayabilir, bir uçurumdan 99 kişi hiç düşünmeden atlıyorlarsa, siz 100. kişi olmayın derim, Allah bize başımızdakini süs diye vermedi derim. Düşünüp sorgulamayacaksak, o zaman bitkiden hayvandan farkımız ne ? İnsan düşünebildiği kadar insandır, bakmayın siz bizim ülkede düşünen adam heykelini akıl hastahanesininbahçesine yerleştirdiklerine, bazı ülkelerde, düşünen insanı deli olarak görmek bir yana, bilim adamı dahi ilan edebiliyorlar. Çokluğun kararına karşın azlığın zaferi için bakınız ; 1957 yapımı 12 öfkeli adam yabancı filmi. 1 kişi, geri kalan 11 kişinin fikrini nasıl da değiştirebiliyor. Hiçbir şeyin propagandasını yapmayan, hiç kimsenin de ekmeğine yağ sürmeyen, bugüne kadar hiçbir kimsenin gölgesi altında da yaşamayan biri olarak ; zor süreçlerden geçtiğimiz, Ali cengiz oyunlarının bolca oynandığı bugünlerde, herkesin şifa diye koştuğu şey, kimbilir belki de zehir çıkabilir diyorum ve hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Sağlıcakla kalın.