Çanakkale Geçildi mi? Fiziki Olarak Hayır Kültürel (Yaşayış tarzı) Olarak Evet

      Veysi Erken

               Bugün Çanakkale muharebelerinin zaferle taçlandığı günün sene-i devriyesi.

            Maddi ve fiziki olarak savaşı kazandık. Ya manevi ve yaşayış olarak zaferi devam ettirebildik mi?

            Maalesef hayır?

            Zaferi değil devam ettirmek akabinde yaşayış tarzı (kültür) açısından adeta soykırımı yaşadık ve yaşıyoruz.

            İlkelerimiz ve ülkülerimiz öncelikle kaybettirildi, sonra kendiliğinden kaybolmaya devam etti ve ediyor.

            Bilindiği üzere yaşayış tarzının (kültür) değişmesi benimsenmiş olan ilke ve kuralların değişmesi/değiştirilmesi ile başlar.

            Değiştirme baskıcı/ zorlayıcı olduğu için toplumu yıkar. Akabinde değişme kendiliğinden olsa bile toplum tanınmaz hale gelebilir.

            Çanakkale zaferinin sonunda yaşadığımız yıkım budur.

            Bilindiği üzere, Kültürel(yaşayış şeklinin değişimi) değişim bazen “bir ilke veya kural”ın değişmesi veya zorla değiştirilmesiyle başlar. Böyle bir değişimin nerede ve nasıl biteceği belli olmaz. Çünkü kültürel ilke ve kurallar domino taşları gibi birbiriyle ilintilidir.

             Kültürel değişim bir günde olup biten bir hadise değildir. Bir süreç olarak uzun zaman diliminde gerçekleşir.

Bilhassa farklı kültürlerin kaynaklarıyla olan temasta kaynak karışımı veya güçlü kültüre mukavemet edememe sebebiyle “değişim” oluşur.

Kaynak karışımı sebebiyle olan kültürel değişimi Seyit Kutub: “Kaynaklar birbirine karıştı! Daha sonra gelen nesillerin beslenme kaynaklarına Grek felsefe ve mantığı, İran düşünce ve mitolojisi, Yahudi hurafeleri, Hıristiyan metafiziği ve başka kültürlerin, medeniyetlerin tortuları karıştırıldı...

Bu yabancı unsurların tümü Kur’an-ı Kerim tefsirine, Kelam ilmine, Fıkıh’a, Fıkıh usullerine karıştırıldı. Ve işte o ilk nesilden sonra gelen nesiller, o karma karışık kaynaklarla muhatap oldular”(1) biçiminde açıklamaktadır.

            Kültürel değişim baskıyla veya kültürlerin temasıyla olsa da güçlü kültürün tesiri yönünde gerçekleştiği bilinir. Güçlü kültürler zayıf kültürleri etkilerler. (Güçlü olmak, haklı, doğru, geçerli ve tutarlı olma anlamında anlaşılmamalıdır. Burada

Güçlü olmak, şu veya bu sebeple başka kültürleri etkileyebilme özelliği anlamında kullanılmaktadır.)  Mesela; umumi olarak “batı kültürü” biçiminde tanımlanan değerler sistemi ve yaşayış tarzı gücü sebebiyle diğer kültürleri etkilemekte ve onları tahrip etmektedir.

             Kültürel değişimin başlangıcı olan ilke ve kural farklılaşması çeşitli faktörlere bağlı olarak gerçekleştiği yukarıda ifade edilmişti. Belirtilen faktörlerin yanında Savaş, Deprem, Göç gibi tabii faktörlere, dayatma, teknolojinin gelişimi ve kitle iletişiminin yaygınlaşması gibi sebepler de kültürel değişimi oluşturur. 

             Savaş, Deprem ve Göç gibi faktörlerle gerçekleşen kültürel değişim, toplum hayatını büyük oranda etkilemez. Hatta bazı durumlarda toplumu oluşturan fertler arasında dayanışma ve yardımlaşma duygularının gelişmesine sebep olarak olumlu etkide bulunabilir.

Kültürel (yaşayış tarzını) değişimi olumsuz yönde etkileyen faktörlerin başında dayatmalar gelmektedir. Dayatmalar toplumun dışından kaynaklanabildiği gibi, toplumun içinde bulunan toplumdan kopuk elitist, tepeden inmeci ve oligarşik bir grup tarafından gerçekleştirilebilir.

Dış dayatmalara örnek Amerikalı beyazların Afrikalı zencileri köleleştirmelerinde (Siyahları Dramı kitabını okuyunuz veya Kökler filmini seyrediniz) ve A.B.Devletlerinin Japonya’yı işgalinden sonra Japonlara anayasa tanzimi gösterilebilir. Günümüzün dünyasında da bu tahribat Afganistan’da, Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de devam ettirilmektedir.

İç dayatmalara ve Çanakkale zaferinin sonrasına en güzel misal Osman Yüksek Serdengeçti’nin kitabı misal verilebilir.

Osman Yüksel Serdengeçti tek parti dönemindeki uygulamaları anlatır kitabında. Tabii ki, o meş’um uygulamalar devam ediyor, ettiriliyor.

 “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler” isimli eserde dayatmaların sonucunda oluşan kültürel değişim (kültürel tahribat) ve kaynak karışımı vazıh bir şekilde anlatılmaktadır. Eserde dayatmalarla gerçekleşen kültürel değişim sonucunda oluşan bir neslin ve devamının dramı şu şekilde özetlenmektedir.

“Sözde ilim, asrilik, modernlik, inkılâpçılık perdesi arkasında oynanan bu oyunlar, serdedilen bu fikirler, yapılan bu telkinler hakikatte ruh gibi, iman gibi, şeref, haysiyet gibi, bütün insani varlığımızı, seciyemizi aşağılara doğru çeken, menfi yıkıcı propagandalardı. Sık sık tekâmülden bahseden bu insanlar, tekâmülü ters tarafından anlıyorlar; sırasıyla cemadattan, nebatattan, hayvanattan insana doğru yükselecek yerde insanı, insanlığı hayvana, hayvanlığa,doğru çekiyorlardı!... Alt yapının bel aşağısının, felsefesini, fikriyatını yapıyor, ellerine teslim edilen genç çocukları hakikat diye müspet ilim diye, bunları telkin ediyorlardı. Her fırsatta alabildiğine din, iman, mukaddesat, tarih, mazi düşmanlığı yapıyorlar, gençliğe zamanın kör ve sağır şer kuvvetlerini ebedi hakikatlermiş gibi takdim ediyorlardı. Çocuklar mektebe gidiyor, çocuklar mektebi bitiriyor, gençler ortaokullara-liselere devam ediyorlar, hayata hazırlanıyorlardı ama hangi hayata? Niçin, nasıl, nereye? İşte bu suallerin cevabı yoktu!... İnsanın hayvani maddi varlığını aşan, her sual cevapsız kalmaya mahkûmdu. ‘İnsanlar insanlara, insanlar menfaate, insanlar maddeye tapıyorlardı.’Hakikat bundan ibaretti. Böylece namütenahiye giden, Allah’a giden, ebediyete giden her yol kapanmış, insan hayvani behimi varlığı, ihtirasları, insiyakları içinde tepinip duruyor, tepindikçe, saplandığı bataklığa daha beter batıyordu Allah’ı ayakkabının içine kadar sokan, korkunç bir sukut.

            Artık sen kollarını göklere kaldıramıyor, hep aşağılara indiriyor, hep aşağılarla, aşağılık şeylerle meşgul oluyordun. Hele bir an süren bedeni zevklerden sonraki düşüşlerin, bitişlerin, tükenişlerin, pis kirli yataklara

serilişlerin...  Her gün aynı hayatın tekrarı!... Yemek masası ile 100 numara arasında geçen bir hayat. Sabah-akşam, gece-gündüz ve her şey dümdüz... Basit, yavan... Bayat. Ortada başka bir şey yoktu.

             Mazi, tarih, cinayetlerle dolu ‘kanlı bir harabe’. Allah bir vehim... Ruh bir kuruntu. Ebediyet bir seraptı. O halde sen neye bağlanacak, niçin kimin için yaşayacaktın?!...

            Dünyada her şey yalandı; herkes yalan söylüyor, insanlar devletler birbirini kandırıyordu. Hayat, mücadele gibi şeyler de senin için manasızdı. Akıbeti ölüm olduktan sonra ve ölümle her şey bitecek olduktan sonra. Tabiiye dersinde köşede duran iskelet gözlerinin önünden gitmiyordu. İşte dünyada hakikat olan bir şey varsa bu iskeletti. ‘Liseyi bitirip de ne olacak sanki... Hadi bitti!’ Eh sonra... Üniversite... O da bitti; Ondan sonra... Hayat, mayat. Bunlar bayat laflardı. Hayata atılma. Herkes bunu söylüyordu. Hayata atılma... Sen hayattan çoktan atılmıştın!... Hayatla, cemiyetle, diğer insanlarla arandaki bağ çözülüyor, her şeye nefretle bakıyor, her şeyden nefret ediyordun! Hatta kendi kendinden bile... Kendi kendinle de bir türlü geçinemiyordun...kendini, benliğini aşan, bütün kuvvetler, kıymetler yıkılmış ,iman kaynakları kurumuş,sen kendi kendinle, kendi nefsinle ortada tek başına kalmış, bırakmıştın! Duyduklarına inanmıyor, gözünle gördüklerinden dahi şüpheye düşüyor, görmediğin âlemi büsbütün inkâr ediyordun!... Her attığın adımı tekrar geri alıyor, verdiğin her karardan hemen vazgeçiyordun!...

            Uğrunda bunca kan dökülen topraktan nefret ediyor, göklere, geceleyin yıldızlara bakıyordun. Yanıp sönen, göz kırpan yıldızlar alay ediyorlarmış gibi geliyordu sana... Yiyip-yutan, atıp-tutan, alıp-götüren, çürütüp- bitiren yerler... İnsanlarla alay eden mağrur, yüksek, erişilmez gökler... Bu ikisi ortasında sen!... Şaşkın, harap, bitap!... Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordun!... Nice nice ihtirasların çarpıştığı, menfaatlerin kaynaştığı, hayat!...

             İnsanlar. Birbirini atlatan, aldatan, çekiştiren yiyip yutan insanlar... Kalp kapılarının, gök kapılarının, Allah’a giden bütün yolların, servetlerle, şöhretlerle, şehvetlerle, menfaatlerle kapandığı bir cemiyette sen ne yapabilirdin çocuğum, ne yapabilirdin?”(2). 

            Evet, aziz dostlar Çanakkale geçildi mi?

            Fiziki olarak değil manen, ruhen ve yaşayış tarzı olarak evet. Sonumuz hayr ola. Zira Rabbulalemin bir toplum kendini değiştirmedikçe ben onları değiştirmem, nimetimi kesmem diyor.

            Bizler ne yaptık ve yapıyoruz.

            Yaşayışımızı Kur’an-ı Kerim’den kopararak soykırıma uğrattık uğratıyoruz.

            Her şeye rağmen Çanakkale zaferinin bu yıldönümü öze dönüşün başlangıcı olur inşallah.

            Selam ve Sabırla…    

1-Seyyid Kutub: Yoldaki İşaretler, İstanbul.

2-Yüksel, Osman (Serdengeçti): Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Ankara 1971,s.55-58.