Dua: Ruhun Nefesi

Süryani ruhaniyetinde dua, ruhun nefesi olarak görülür; çünkü nefes almak bedeni nasıl diri tutuyorsa, dua da ruhu diri tutar. Dua, insanın kendi sınırlılığını aşarak ilahi sonsuzlukla buluştuğu andır.

Abone Ol

Dua: Ruhun Nefesi

Dua, insanın varoluş yolculuğunda yalnızca bir eylem değil; varoluşun kalbinde atan görünmez bir ritimdir. Kadim Süryani ruhaniyetinde dua, ruhun nefesi olarak görülür; çünkü nefes almak bedeni nasıl diri tutuyorsa, dua da ruhu diri tutar. Bu yüzden dua, Tanrı’nın huzurunda söylenen sözlerden ibaret değildir; aynı zamanda O’nun kalbine yönelen içtenlikli bir yakınlıktır. Dua, insanın kendi sınırlılığını aşarak ilahi sonsuzlukla buluştuğu andır.

Aziz Yuhanna Hrisostomos’un (347–407) şu sözü bu hakikati berraklaştırır: “Dua, kök, kaynak ve binlerce bereketin anasıdır.” Bu ifade, duanın sadece bireysel bir ihtiyaç değil, insan varlığının bütününe yön veren bir köklenme ve beslenme kaynağı olduğunu gösterir.

Bu bağlamda Süryani ruhaniyetinde dua, kalbin içsel yankısıdır. Sözlerden çok, kalbin sessiz çığlığı ve ruhun derin soluklanmasıdır. Kilise babaları bu yönüyle duayı “görünmeyen bir diyalog” olarak tanımlar.

İşte bu noktada Aziz Mor Efrem (306–373) şu ilahi gerçeği dile getirir: “Temiz bir kalpten yükselen dua, Tanrı’ya ulaşır.” Yüzyıllar sonra Ninovali Mor İshak (7. yüzyıl), aynı hakikati şu sözlerle pekiştirir: “Dua, dudaktan değil; kalpten doğar. Dua, merhamet denizine açılan kapıdır.”

Bu yaklaşım, Süryani ruhaniyetinde Tanrı’nın özünün merhamet olarak kavrandığını ortaya koyar. Dolayısıyla dua, insanın kırıklarını ve yaralarını bu ilahi merhamet denizine bırakmasıdır. Dua bir talep değil; güvenin, sığınışın ve samimiyetin şiiridir. Bu nedenle Süryani ruhaniyetinde dua ile Tanrı arasındaki ilişki bir “ticaret” değil, bir “emanet ve güven” ilişkisidir. Kelimeler bittiğinde, sessizlik bile dua olur.

Aziz Augustinus’un (354–430) şu sözü bu anlayışı tamamlar: “İyi dua eden, iyi yaşar; iyi yaşayan, iyi ölür; iyi ölen için her şey yolundadır.” Bu öğreti, Süryani babalarının “yaşamı bir dua olarak yaşama” çağrısıyla örtüşür. Çünkü dua, sadece belirli zamanlara sıkıştırılmış bir ibadet değil; bütün bir yaşamın Tanrı’nın huzurunda sürdürülmesidir.

Böyle bakıldığında dua, insanı ilahi düzenin melodisine katılan bir enstrümana dönüştürür. Onunla yaşam hoş bir ezgiye dönüşür; ölüm ise sonsuzluğa açılan bir kapı olur.

Çünkü dua, sadece kelimelerle sınırlı değildir; sessizlikte büyüyen, gözyaşlarında yankılanan, içsel bir huzurla kanatlanan bir sırdır. Aziz Mor Baseleios’un (329–379) şu ifadesi bu derinliği yansıtır: “Sen dua ederken, melekler seninle birliktedir.” Böylece dua eden kişi yalnızca bireysel bir eylem gerçekleştirmez; göksel toplulukla bir uyuma girer.

Bütün bu öğretiler bize gösterir ki dua, sadece bir yakarış değil, bir varoluş biçimidir. İnsan dua sayesinde kendisini Tanrı’nın huzurunda tanır, kendi benliğinin derinliklerini keşfeder ve bu keşif aracılığıyla yaralarını şifaya açar.

Sonuç olarak dua, bir zorunluluk ya da yükümlülük değil; bir soluklanma, bir içsel yankı ve ilahi bir dokunuştur. Çünkü dua, insanın Yaratan’a yönelişinde hem köprüdür hem de yolculuğun kendisidir. Ve dua ettikçe insan, Tanrı’nın sevgisinin sessiz yankısında kendini yeniden bulur.

Yusuf Beğtaş

Www.karyohliso.com