Düzelen Türkiye – Irak İlişkileri ve Irak Halkı

Duygu SUCUKA

Birkaç gün önce Türkiye-Irak ilişkilerindeki olumlu gelişmeyi köşemde işlemiştim. O yazının devamı niteliğinde olan aşağıdaki yazı, Bağdat’ta görev yapmakta olan bir güvenlik uzmanı tarafından kaleme alınmıştır. Benim yazıma cevap niteliğindeki bu yazıyı aynen köşemde veriyorum.

D.S.

***

2015-2016 yıllarındaki bazı politik sebepler, özellikle de Başika krizinden dolayı oldukça gerilen Irak ilişkilerimizde, 2017 yılı başlarından buyana gözle görülür derecede bir iyileşme söz konusudur. Son günlerde Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin meşru olmayan referandum icra etmesinden sonra, Türkiye’nin yasal olmayan bu referanduma karşı Merkezi hükümet ile birlikte hareket etmesi ile iki ülke arasında işbirliği olumlu yönde gelişme göstermektedir.

Uzun yıllardır bulunduğum, çalışmalarımda halkla iç içe olduğum Bağdat ve civar illerinde, Türkiye’ye olan sempati son zamanlarda öylesine artış gösterdi ki, yerel halk tekrar Türk dizilerini seyretmeye ve vaz geçilmezi olan İbrahim Tatlıses’in türkülerini dinlemeye, dizi karakterleri ile kendilerini özdeşleştirip Türkiye’ye olan hayranlıklarını dile getirmeye başladılar. Bunda en önemli katkının, Türkiye’nin bölgede değişen siyaseti olduğunu söylemek mümkündür.

 

Yerel halkla günlük çalışmalarımız esnasındaki görüşmelerimde çeşitli izlenimler elde ettim. Şöyle ki;  Halk, Türkiye’yi kendilerine güvenli, huzurlu ve yaşam kalitesi yüksek bir yer olarak görüyor ve Türkiye’den çok büyük beklentiler içindeler. Bölgenin kalkınması ve sosyo-ekonomik gelişme sağlanmasında Türkiye’nin büyük ölçüde katkı sağlayabileceği inancındalar. Gittiğim her yerde insanların Türkiye’deki yaşam şartları ve Türkiye’ye nasıl gidebileceklerini, hangi şehirlerde yaşamın daha iyi olduğunu, nerelerin turistik olarak ziyaret edilmesi gerektiğini ve Türk halkının Iraklılara bakışı konularında çeşitli sorularla karşılaşıyorum. Tüm bunların yanında, elbette mezhepsel sorularla da karşılaşıyorum. Son zamanlarda, yerel basında çıkan haberlerin ve politik konularda ilişkilerin olumlu yönde yansımasından dolayı Türkiye’nin mezhepsel politika anlayışından uzaklaştığı yönünde algı oluşmuş durumda.

 

Yine son zamanlarda, bazı basın organlarımızda ve sosyal medyada çıkan haberlerde Türkiye’nin Hashd Shaabi’ye (Haşdi Şabi milis gücü) bakışı değişti mi gibi yorumlar görmekteyiz. Bu konuda bizim ön yargımız ve oluşumu yanlış okumamızdan kaynaklanan hatalarımız olduğuna inanıyorum. Bu mesele Irak’ın iç meselesidir. 2014 yılı başlarında DAAŞ (ISIS ya da IŞID) korkunç bir şekilde Irak topraklarını ele geçirirken, bu terörist harekete karşı Irak ordusu kayda değer bir direniş gösterememiştir. Irak’ın ikinci büyük kenti olan Musul’un Haziran 2014 de DAAŞ tarafından işgal edilmesinden birkaç gün sonra, Irak’ın en güçlü Şii din adamı, Ayatullah Ali Al-Sistani, özellikle müritlerinden (Şii mezhebinden inananları) ve tüm Müslümanlardan, DAAŞ’a karşı savaşmayı ve Kutsal mekânların korunmasını isteyen bir fetva yayınladı. On binlerce kişi, bu fetva ile oluşturulan Halk Seferberlik Gücü (PMU) altında kurulan milis güçlerine katılmış ve DAAŞ’a karşı mücadelede yer almışlardır. Bu silahlı gücün çoğunluğu Şii etnik gruplar olsa da bünyesinde Sünni, Hıristiyan, Türkmen ve Yezidi etnik gruplar da bulunuyordu.  35-40 kadar silahlı milis güçten oluşmuştur ve 2014 yılı Haziran ayında Irak İçişleri Bakanlığı tarafından “Halk Seferberlik Komitesi” adı altında birleştirilmiştir. 2016 yılının sonlarında, Irak parlamentosunda onaylanan bir kanun maddesiyle, Irak Başbakan’ın kontrolünde, Irak Güvenlik güçlerinin bir parçası olarak resmi statüye kavuşmuştur.

Bağdat‘da ve civar illerinde çalışmalarım sırasında birçok kez bu gruba üye güçlerle karşılaştım. Genel olarak dini ve mezhepsel duyguların yanı sıra, dini liderlerine bağlılıkları, motive olmalarında ön planda duruyor. Bu grubun içinde azımsanmayacak miktarda Türkmenlerden oluşmuş gruplar da mevcut. Türkmen olan bir grup üyesi ile görüşme fırsatım oldu. Sohbetimizden öğrendiğim; DAAŞ işgalinden sonra Türkmen bölgelerden Bağdat ve Güneyine göç etmek zorunda kalan birçok Şii Türkmen dini lider, Ayatullah Ali Al-Sistani’nin fetvası üzerine PMU’ya katılmış ve kaybettikleri Türkmen toprakları ve Türkmen halkı için savaşmışlar. Bu insanlar kendilerinin de içinde bulunduğu gruba, dolayısı ile kendilerine Türkiye tarafından terörist denilmesinden hoşnut olmasalar da Türkiye’ye karşı hiçbir kırgınlıkları olmamış. Kendilerinin Türkiye’ye yanlış tanıtılmış olabileceklerine inanmaktalar. Şii inancında olmakla beraber neticede Türkmeniz diyerek Türkiye’ye karşı hiçbir husumetin ya da kırgınlığın olamayacağını dile getirmekteler. Türkiye’nin bu grubun içinde Türkmen varlığını ilk başta fark etmediğine ve yanlış anlama olduğuna inanıyorlar.

Görüştüğüm bu kişi, son Kerkük ve Telefar operasyonlarında grup içindeki Türkmenlerin aktif rol aldığını ve ön saflarda Türkmen toprakları ve halkı için savaştıklarını, savaşmaya da devam edeceklerini dile getirdi.

Sonuç olarak, Türkiye olarak bu bölgedeki ilişkilerimizi ve bölge politikalarımızı mezhepsel yaklaşımlardan uzak, hem Şii hem de Sunni gruplara eşit mesafede durarak yürütmemiz gerektiğine inanıyorum. Bugün bölgede yerel halk nezdinde gördüklerim, Türkiye-Irak ilişkilerinde olumlu giden yeni politik yaklaşımın bu dengeyi çok iyi sağlamış olduğudur.

27 Ekim 2017 / Bağdat

Emekli TSK mensubu,

Güvenlik Uzmanı