Irk, Din ve Ümmet-i İslam…

Dr. Mehme Zeki UYANIK

Kur’an-ı Kerim, insanın yaratılışını “Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.” (Hucurat, 49/13.) şeklinde haber verir.

Hz. Peygamber de; “Ey insanlar! Şüphesiz Rabbiniz birdir. Kezâ babanız da birdir. Dikkat edin! Arab’ın aceme, acemin Arab’a, kırmızının siyaha, siyahın kırmızıya takvâ dışında bir üstünlüğü yoktur” (Ahmed b. Hanbel, Müsned , V, 411.) buyurmaktadır.

  1. ayet ve hadisten anlıyoruz ki bütün insanlar aynı anne babanın çocuklarıdır. Ve yine bu hitaplardan anlıyoruz ki insanın üstünlüğü ırk, soy, renk, makam, zenginlik… ile değil onu yaratana itaat etmekledir.

Bu anlamda İslam, bu vasıflardan birini öne sürüp, onunla üstünlük taslamayı naslarla yasaklamaktadır. İslam’ın yasakladığı bu vasıflardan birisi de ırk ve ırkçılıktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Irkçılığa çağıran bizden değildir; ırkçılık için savaşan bizden değildir; ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen bizden değildir” (Müslim, İmâre 53; İbn Mâce, “Fiten”, 7.)

İslam dini, miras hukuku açısından, soy ve din arasında kalındığında ya da ikisi arasında bir tercih olduğunda din birliğini tercih etmektedir. Yani mirasçı olabilmek için aynı soy, ırk ve kandan gelmek yetmiyor. Bir de din birliği gerekiyor.

Sevgili Peygamberimiz bunu, “Müslüman kafire, kafir de Müslüman’a mirasçı olamaz.” (Buhârî, “Feraiz”, 25.) şeklindehaber vermektedir.

İnancımız; dini, miras sebebi kabul ettiği gibi “müminler kardeştir.” Ayeti ile de kardeşlik vesilesi kabul etmektedir.

Hz. Mevlana, bunu ifade edercesine der ki: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”

Bütün bu naslardan şunu çıkarıyoruz ki, İslam dini, ırk ve ırkçılığı ret etmekte, bunun yerine din birliğini yani ümmet anlayışını emretmektedir.

İslam’ım bu emrine binaen ümmet-i İslam, ırkı dikkate almadan İslam ve ümmet şemsiyesi altında asırlarca birlik ve beraberlik, ortak düşünce ve vahdet anlayışında yaşamıştır. Dahası Hıra Dağının evlatları asırlarca Olimpos Dağının çocuklarına karşı bazen Arap komutan Tarık bin Ziyad, bazen Türk Komutan Alparslan’ın bazen Kürt Komutan Selahattin Eyyübi’nin komutasında omuz omuza savaşmış ve fetihler gerçekleştirmiştir.

Lakin Fransız İhtilali ile birlikte iki asırdır milliyetçilik akımı ümmeti soylara, kabilelere, ırklara ayırarak darmadağın etti. Ümmette, kardeşlik hukuku zayıfladığından İslam coğrafyası kan ve barut kokusundan, kargaşa ve savaştan geçilmiyor.

Birbirini koruması gerekenler Allah, din, cihad adına birbirlerini vurmaktadır. Zulmü bitirmek için mücadele etmesi gereken ümmet birbirine zulmetmektedir.

Ümmetin çocukları denizlerde boğulmakta, cesetleri sahillere vurmaktadır. Ve ne hazindir ki Hıra dağının evlatları Olimpos dağının çocuklarından medet umar hale geldi.

Daha hazin olanı ise, ümmette ırk ve ırkçılık İslam’ın ilk kıblesi olan Mescid-i Aksayı postalları ile çiğneyen İsrail’in bayrağını taşıyacak ve sallayacak kadar güçlenmiştir.

Oysa o bayrağı sallayanın dedesi Selahattin Eyyübi bayrağın sallandığı toprakları, Irak’ı, Kudüs’ü, Mescd-i Aksayı… ve daha nice İslam beldelerini haçlılara çiğnetmemek için canını ortaya koyarak cihad etmişti.

Ne acıdır ki, ırk ve ırkçılık adına Selahattin Eyyübi’nin toprağında Selahattin’in torunu haçlıların bayrağını sallamaktadır.

               Hakikat şudur ki; bizi bölen ırk, birleştiren İslam’ın önüne geçtiğinden ümmet-i İslam’ın iki yakası bir araya gelememektedir. İslam coğrafyası ise kan ve gözyaşı içerisinde. İki asırdır İslam coğrafyası ırkçılığın fitnesi ile ayrıştırılmaktadır. Geçmişten ders ve ibret almasak, korkarım ki iki asrımız daha gidecektir.  

Karabulut gibi ümmetin üzerine çöken, Osmanlıyı ve ümmeti paramparça eden, ırkçılık belasını konu edinen İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bir asır evvel kaleme aldığı şu şiiri ile bitiriyorum:

“Arnavutluk’’ ne demek? Var mı şeriatta yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arabın Türke; Lazın Çerkeze yahut Kürde;

Acemin Çinliye rüchanı mı varmış? Nerde!

Müslümanlık’da anasır mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyeti, tel’in ediyor Peygamber.

En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın;

Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın!

Şu senin akibetin bin bu kadar yıl evvel,

Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?

Artık ey millet-i merhume, sabah oldu uyan’

Sana az geldi ezanlar diye, ötsün mü bu çan?

Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!

Dinle Peygamber-i Zişan’ın İlahi sözünü

Veriniz baş başa; zira sonu hüsran-ı mübin:

Ne hükümet kalıyor ortada billahi, ne din!

‘’Medeniyyet!’’ size çoktan beridir diş biliyor;

Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Arnavutlar size ibret olacakken, hala,

Ne bu şuride siyaset, ne bu fasid dava?

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz…

Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!

Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum…

Başka bir şey diyemem… İşte perişan yurdum!..