Nizamı Alem İle Küreselleştirme Felsefelerinin farkı

Veysi ERKEN

Siyasi düzenlerin istinat ettiği ilke ve kurallar ile amaçları bireylerin ve toplumların hayatlarını şekillendirir.

Konuya bu bağlamda baktığınızda Nizam-ı Âlem ile Küreselleştirme/küreselleşme yaklaşımları arasında derin farklılıkların olduğunu görürüz.

Nizam-ı âlem ilayı kelimetullah kavramı doğrultusunda dünyaya nizamat vermeye çalışırken, küreselleşmede amaç sömürgeleştirme olarak belirginleşir.

Dolayısıyla nizam-ı alem adalet ve merhameti hedeflerken, küreselleştirmede kan, kin, sömürü ve zulüm hedef haline gelmiş olur.

Kuruluş Osman dizisinin tanıtımındaki “Unutma yolumuz ezelden ebede kadardır. Gayemiz gönüller yapmaktır. Davamız kul olmaktır. Ey oğul Hilal'in gölgesinde adalet ol, merhamet ol, derman ol, gazi ol, devlet ol. Ey oğul millete bey olasın, mazlumlara Fatih olasın, zalimlere Yavuz olasın, diyarlara Süleyman olasın, devlet-i ebed müddet olasın” ifadesi Nizam-ı alem ülküsünün hedefini ortaya koymaktadır.

Benzer ifadeleri Küreselleştirmede göremiyoruz. Yıllar önce küreselleşmeyi şu şekilde anlamlandırmıştık.

“Herkesin dilinde “küreselleşme” veya “globalleşme” kelimeleri yer etmiş. Ulema takımından tutun sokaktaki insana kadar herkes küreselleşiyoruz, bundan kaçınmak mümkün değil değip duruyor.

Hakikaten “küreselleşme” kaçınılmaz mı? Küreselleşme kaçınılmaz ise insanları nasıl etkileyecek? Küreselleşme hangi “gen-etik” kodlara göre oluşmaktadır? Bu soruların cevaplandırılması ve ona göre “donanım”ın geliştirilmesi gerekir.

Yeryüzünde olup bitenler analitik bir yaklaşımla incelendiğinde “küreselleşme”nin hem “gen” hem de “etik”i bakımından bozuk olduğu görülür. Küreselleşme “gen” ve “etik” olarak tahlil edilmelidir ki, “donanım”ımız sağlıklı olsun.

Esasında “küreselleşme” seri düşüncelerin ve yazıların konusudur. Yüzlerce sayfa uzunlukta ve binlerce belgeye dayanacak kadar geniş bir konudur. Bu konunun değişik alanlarını kısmet olursa zaman zaman tahlil etmeye çalışacağız. Bu yazı bir girizgâhtır.

Tespitlerimize göre herkesin dilinde olan ve kaçınılmazlığından dem vurulan “küreselleşme” dört temel alanı kapsamaktadır. Ve bu alanların bir “tapınak” tarafından kendi süflî “amaç” ları doğrultusunda şekillendirilmeye çalışıldığını görmekteyiz.

Bu alanlar şunlardır.

Dünya jandarmalığının tek elde oluşturulması ve şövalyelere terk edilmesi,

Yeryüzü ekonomisinin tek merkezden tanzim edilmesi ve tapınak şirketlerine havale edilmesi,

Merkez tapınağın tanzimi doğrultusunda tüketim alışkanlıklarının oluşturulması,

Yapılandırılmak istenen düzenin geçerli olduğunun anlatılması için “medya” tekelinin oluşturulması.

Dünyada “küreselleşme” adı altında yürütülen biçimlendirilme işlemleri yeni değildir ve sona ereceği yoktur. Bu işlemler “hak” ve “hukuk” mantığının olmadığı “sion” ve “templiye” tipi tapınakların oluşmaya başlamasından beri vardır. Yeryüzünün efendileri olma sevdasını taşıma bu gruplarda her zaman olagelmiştir. Geçmişten günümüze uzanan “haçlı” ruhunun temelinde bu “amaç” yatar. “Yeni bir haçlı seferi başlattık” ifadesi tapınak geleneğinin tezahürüdür.

Başta Birleşik Devletlerin elitleri olmak üzere muhtelif devletlerin elitlerini oluşturan “tapınakçılar” tarih boyunca dünya hakimiyetini kurmak ve jandarmalık yapmak üzere silahlı gruplar oluşturmuşlardır. Haçlı seferleri “tapınakçılar” tarafından oluşturulan gruplarla gerçekleştirilmiş ve günümüzde de sürdürülmektedir. Geçmişle bugünün mukayesesi yapıldığında günümüzde işgaller ve bunun akabinde jandarmalığın ekseriyetle “vekil hükümet ve ordular”la gerçekleştirildiği görülür. Panama, Nikaragua, Kore ve en son Afganistan’ın işgali bunun tipik misalleridir.

İşgallerin yapılış nedenlerinin başında “değerlerin hakimiyeti” yanında “ekonomik hakimiyeti tesis” etme gelir. Tabii kaynaklar başta olmak üzerek ekonomik faaliyetlere konu olan her şeyin kimlere ve nasıl dağıtılacağı yine yürütülen faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Genel olarak ekonomik ve parasal faaliyet alanları tapınağın merkez şirketleri tarafından belirlenmekte ve işgal edillen alanlarda taşeron firmalar kullanılmaktadır.

İşgal neticesinde dünyanın her tarafında ekonomik olarak ortak tüketim alışkanlıkları oluşturulmaktadır. Dünyanın her tarafında coplanın içecek haline gelmesi, fast food(hazır yiyecek) ların hakim olması, “kot”un ana giyecek haline gelmesi, aynı filmlerin seyredilmesi ve aynı kitapların okunması ekonomik olarak ortak tüketim alışkanlıklarının tipik misalleridir.

Tapınakçılar hem değerler, hem de ekonomik faaliyetlerinin kalıcılığını zihinleri işgal ederek sağlamaya çalışmaktalar. Bunun için yer yüzünde “muhalif medya”yı yok ederek kendi medyaları ile zihinleri iğfal etmek elzemdir. Dünyanın hemen hemen her tarafına yaygınlaştırılmış ve sadece “tapınakçılar”a hizmet eden iletişim araçları bunun göstergesidir.

Peki tapınakçıların “küreselleşme” adını verdikleri işgalin zararlarından kurtulmak mümkün mü? Elbette mümkündür. Hal çareleri üzerinde kısmet olursa başka yazılarda durulacaktır.

Peşinen şu ifade edilebilir ki, “kurtuluş doğru teşhis ve tedavi ile mümkündür”. Bunun için teşhisten sonra tedavi babında yapılması gereken ilk iş küreselleşme alanlarına alternatifler oluşturmaktır.”

Bu iki olgu arasındaki farkı anlayabiliyor ve anlatabiliyor muyuz acaba?

Selam ve Sabırla...

Not: Bu yazının küreselleşme ile ilgili kısmı 11.03.2002 tarihinde yazılmış ve yayınlanmıştır.“Gen-etik”i Bozuk Olgu: Küreselleşme