Çoğumuz çoğu zaman büyük bir hakikati hep dile getiririz. Kimimiz öteki tarafta kazançlı çıkmak için, kimimiz ise tüm imkânları seferber edip dünyadaki ömrünü en güzel şekilde geçirmek için çaba sarf ederiz. Nedir bu hakikat peki? Biraz daha konuyu detaylandırarak sizin de tahmin ettiğiniz hakikati hep beraber öğrenelim.

Başlığımızdaki konuya girmeden önce imtihan dünyasında nasıl yaşanmalı, dünyevi çalışmalarımız yanında;  uhrevi, yani manevi dünyamızı nasıl ihya ediyoruz, gerektiği gibi mi yoksa olduğu kadar mı imar ve ihya ediyoruz?

Bu sebeple ölümü en yakından hissettiğimiz şu günlerde, maneviyatımıza yatırımı ihmal etmemeliyiz. Zira Coronavirus nedeniyle ansızın ölümün kapımızı çalacağını unutmamalıyız. Ölüm haktır ve ecel saati gelmeden zaten ölüm vaki olmaz ama, şu günlerde en yakınımızdakiler olmak üzere ülkemizde yüzlerce , dünya genelinde ise binlerce insan kaçınılmaz son olan ölüm hakikatini yaşamaktadır.

"Sadece dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun" sözünü hafızalarımızdan çıkarmamalıyız. Yarın ölecekmişsin gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmişsin gibi dünya için çalış tavsiyesi ise konuyu özetlemektedir aslında. Evet, başta bahsettiğimiz hakikati açıklıyoruz; "Ölümlü Dünya". Belirttiğimiz gibi kimimiz ölümlü dünya veya bir daha mı gelecez dünyaya  diyerek, tüm zamanımızı ve gayretimizi her an bitiverecek ölümlü dünya için harcamaktan geri durmayız. Ve ansızın bir bakmışız ki yolun sonuna gelmişiz. Ebedi yurt ahiret için hazırlık yapmadan ve yanımızda amelimiz dışında hiçbir şey götürmeden terki dünya eylemişiz. Ama kimimiz ise, –ki olması gereken de bu- ölümlü dünya deyip her an ölebileceğinin hesabını yaparak ahreti için azık hazırlamaktadır. Ne mutlu dünyasını  ihya ederken ebedi hayatı unutmayanlara.

Gelelim yazının başındaki nesli ihya etme konusuna.  Bu konu ihmal edilmemesi gereken,  “Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder” sözünden yola çıkarak, bizi ve tüm ebeveynleri düşündüren ve toplumun kanayan yarası haline gelen,  Z kuşağı denilen yeni neslin maneviyattan yoksun bir şekilde yetişmesi meselesidir. Bu şekilde devam ederse birkaç kuşak sonra çok şeyi kaybetmiş olacağız. En basitinden şu iki fotoğrafa bakarak başlığımızın bariz örneğini görmüş oluruz.


Evet görüldüğü üzere bin bir zahmetle imar ettiğimiz şehir , eğitim ve terbiyesini ihmal ettiğimiz nesil tarafından zahmetsizce tahrip ediliyor.

Peki, tahrip edilen sadece şehrin duvarları mı acaba? Hayır maalesef!
Maneviyattan yoksun, alnı secdeye gitmeyen, yaşadığı dünyayı sadece gününü gün etmek için geçiren, yarına ve ahretine dair hiçbir endişesi olmayan bir nesil yetişti ve bu şekilde devam ediyor. Bunda elbette ebeveynlerin olduğu kadar, sistemin ve yöneticilerin de ihmali var.

Geçmişten yola çıkarak kendisine bir memleketin idaresi verilenlere oranın şehrül emini sıfatı verilirdi. Yani şehrin güvenilir kişisi, şehrin emanetçisi. Bu nedenle sadece maddi hizmetler yapılmamalı. Müftülüğünden Milli Eğitimine, Kaymakamından Belediye Başkanına, siyasi parti, STK‘lardan, Emniyet güçlerine, kanaat önderlerinden âlimlerimize,  neslimizin maneviyatını geliştirecek ekstra çalışmalar bekliyoruz. Bu konuda çaba sarf edenler yok mu? Elbette var. Ama belli ki yetersiz kalıyor. Kötülük yapanların sayısı iyilik yapanların sayısını geçiyor.

Sadece maddiyata indirgenmiş bir anlayış; gençlerin evlenmesini ve hayata erken atılmasını engelliyor. Yeter ki diploma alsın diye her şey feda edilen ve başıboş bırakılan evlatlar ise gün geliyor, tüm manevi ve dini duygulardan yoksun bir doktor,öğretmen,mühendis,müteahhit veya memur…  işçi, çiftçi (gibi  ve buna tüm resmi ve gayri resmi meslek erbapları ya da her türlü insanı ve mesleği katabiliriz)  oluveriyor.  Yani ahlaken yozlaşmış, din ve vatan duygusundan mahrum kalmış bir nesil şehri de, aileyi de ve ülkeyi de tahrip eder. Sözün özü şu ki, “Ne ekersek, onu biçeriz”. Selam ve dua ile..