Sabit Fikirli Olmayalım…

Veysi ERKEN

            Geçenlerde genç bir avukattan telefonuma mesaj geldi.

            *“Sabit fikirli olmayalım” başlıklı yazı üzerinde düşünülmesi gerekir.

            Gerçekten insanımız sabit fikirli mi?

            Sabit fikir iyi mi? Kötü mü?

            Hayat tecrübem ve şimdiye kadar edindiğim bilgiler ışığında vahye dayanmayan konularda sabit fikirlilik bireyleri ve toplumları felakete sürükler.

            Bunun içindir ki, ben ve benim gibi düşünen gönüldaşlarımız hep şunu haykırmışızdır.

            “Cenabı Allah’ın birliği ve Hz. Peygamberin risaleti dışında tartışılmazımız yoktur.

            Evet,

            Bizler cenabı Allah’ı ve ondan geleni tartışma konusu yapmayız.

            İnanırız ve kabul ederiz.

            Onun dışında sabit fikirliliği reddederiz.

            Özellikle yöneticiler ve eğiticiler sabit fikirli olmaktan kurtulmalıdır.

            Sabit fikrin ne kadar kötü olduğunu bütün öğrencilerim bilir. Namuslu olup buna şahitlik etmeyecek birinin çıkacağını zannetmiyorum.

            Umulur ki, bütün Üniversiteler'de ve dışındaki hocalar peşin ve sabit fikirlerden kurtulur. Üniversitelerimiz fikir, düşünce ve ifade özgürlüğünün bahçeleri olur.

            Malumdur ki, Cumhurbaşkanı Boğaziçi Üniversitesi mezunlarına hitap ederken bu gerçeği dile getirmişti.

            Bütün üniversite yönetimleri ve hocalarına sesleniyorum. Geliniz kendinizi ve öğrencilerinizi “tutsak zihin” ve “akademik bağımlılık”tan kurtarınız.

            Bilesiniz ki, bugün zihinler işgal altında, akademik bağımlılık zirvededir.

            Zihinler tutsak, akademik bağımlılık olunca özellikle sosyal bilimlerde “özgün” bir tez ortaya çıkmıyor.

            Makale ve kitap adı altında doldurulan sayfalar ve batıdan alıntılarla dolu oluyor ve topluma hiçbir katkısı olmuyor.

            Üniversitelerimiz standart geliştiremiyor, akademisyenlerimizi batının dergilerine mahkûm ediyor.

            Arzu eden herkesi tutsak zihin, akademik bağımlılık ve sabit fikirlilik konusunda bilgilendiririm.

            Sizleri “sabit fikirli olmayalım”la baş başa bırakayım.

“1964 yılında ABD'de bir öğretmen dergisinde Alexander Calandra imzalı bir yazı yayınlandı:

Bir fizik hocası ile öğrencisi sınav sorusuna verilen cevap hakkında anlaşmazlığa düşmüşler ve tecrübeli öğretmen Calandra’nın hakemliğine başvurmuşlar. Soru şöyle imiş:

“Bir binanın yüksekliğini bir barometrenin yardımı ile nasıl bulursunuz?” Öğrenci de bu soruya cevaben “Barometreye bir ip bağlar ve bina çatısından aşağı sarkıtırım barometrenin yere değdiği noktada ipi ölçerim” yazmıştı ve tabi ki öğretmenin beklediği cevap bu olmasa da binanın yüksekliğinin bu yöntemle ölçülebilirliliği de ortada idi. Calandra tartışmayı uzatmamak için öğrenciden hemen o anda bu soruyu başka bir cevap ile cevaplamasını istedi. Öğrenci bu kez “Ama bir tek cevap yok ki pek çok yöntem var” diye cevap verdi. Casandra “Peki” dedi “Düşünebildiğin kadar cevap ver o zaman. Ama mümkünse cevapların en az birinden fizik çalışmış olduğunu anlayalım.”

Öğrencinin ilk cevabı şöyle idi: “Barometreyi çatıdan aşağı bırakırsınız ve bir kronometre ile kaç salisede yere çarptığını hesaplayıp x=0.5*a*t^^2 formülü ile yüksekliği bulursunuz” Beklenen cevap bu olmasa da cevap fizik bilgisi içeriyordu.

Öğrenci cevaplarını sıralamayı sürdürdü: “Güneşli bir günde barometreyi dik tutup gölgesini ölçersiniz ve sonra da binanın gölgesini ölçüp orantıyı barometrenin yüksekliği ile çarparsınız” Bu cevap da doğru idi.

Öğrencinin üçüncü cevabı da şu oldu: “Merdivenleri çıkarken duvar boyunca barometrenin yüksekliğini defalarca işaretleyerek çıkar ve işaret sayısı ile barometrenin yüksekliğini çarparsınız”

Dördüncü cevap öğretmenlerin küçük dillerini yutmalarına neden oldu çünkü öğrencinin fiziği iyi bildiği anlaşılmıştı. “Küçük bir ipe bağladığınız barometreyi önce yerde sonra da çatıda sallar, ipin uzunluğu ve sallanma periyodları arasındaki farklarla Newton’un g katsayısını hesaplar, iki g katsayısı arasındaki farktan binanın yüksekliğini hesaplayabileceğiniz oranı bulursunuz”

Söylenecek bir şey kalmamıştı, öğrencinin sınıfı geçtiği açıktı. Öğrenci yarattığı etki ile gülümsedi ve dedi ki “Ama bence yapılacak en doğru şey kapıcıya gidip barometreyi hediye edip karşılığında binanın yüksekliğini söylemesini istemekten ibarettir.” Hep beraber gülmeye başladılar.Facebook/Geleceğin Mimarları Öğretmenler.

Cassandra hayranlıkla sordu öğrenciye “ Peki, öğretmeninin senden beklediği cevabı da biliyor musun?” Öğrenci alaylı bakışlarla cevap verdi “Evet, çatıda ve yerde hava basıncını ölçerek aradaki farktan hesaplamamız gerekiyor yazmamı bekliyordu”

Cassandra merakla şu soruyu sordu “Peki madem istenilen cevabı biliyordun, neden yazmadın? “

Öğrenci omuzlarını silkti ve “ÇÜNKÜ DAR KAFALILIKTAN BIKTIM” dedi.

—–

Hayatta soruların pek çoğunun tek bir cevabı yoktur. Bir eğitimcinin vazifesi sadece bildiğini (doğru sandığını) öğretmek, dikte etmek değildir. Bilinen ve/veya muhtemel cevapları bulabilmeyi, yani “öğrenmeyi” öğretmektir.”

Selam ve Sabırla…