HANNA HİKAYEN DEVAM EDECEK

Bir gece yarısı telefon sesiyle uyandım. Kim bu saatte arayan diye düşünerek heyecanlandım.

"Ben Mardinli bir okurunuzum, adım Hanna" dedi arayan ve sordu;

"Yazılarınızı okuyorum, benim hikayemi de yazar mısınız?"

"Yazarım tabii ki ama önce hikayenizi bileyim ki yazabileyim." dedim. Mardin’den Amerika’ya göç etmiş biriydi arayan, anlatmak istedikleri ilginç geldi fakat dinlemek uzun sürer düşüncesi ile  anlatacaklarını yazarak göndermesini istedim, kendisine mail adresimi verdim. Birkaç gün sonra anılar elime geçti. Bir kısmını anlatacağım Hanna'nın yazdıklarının.

"Mardin'de mutlu bir çocukluk dönemi yaşadım. Okula gitmeden önce daha mutluydum sanki. Komşu çocuklarıyla arkadaşlık eder birlikte oynardık. Misket oynardık, çelik çomak oynardık, saklambaç. Birlikte oynar, koşturur, güler, ağlardık. Biri yere düştüğünde hepimiz ona koşar yarasını temizler, teselli eder, oyuna devam ederdik. Akşam olsun hiç istemezdik. Sonunda birimizin annesi "Haydi çocuklar evlerinize" diye seslenir ve biz dilimizde o tekerleme eve dönerdik:

"Evli evine, köylü köyüne,

kimin evi yoksa sıçan deliğine".

Okul yaşına gelince her şey değişmeye başladı sanki. Okulda öğrendim Türkçe konuşmayı. Okulum Sakarya İlkokulu Beytil Kendir’in eviydi, beş derslikli bir okuldu. Derslerimiz Türkçe idi. Hepimiz yeni öğreniyorduk Türkçeyi.  Sınıfımızda her dine mensup çocuklar vardı. Öğrencilerin yarısına yakını Hristiyan, gerisi Müslümandı. O zamanlar okulda din dersi yoktu. Öğretmenimiz biraz sert bir öğretmendi, hepimizi döverdi biz öğrenmekte bocalarken. Biz birbirimizi teselli ederdik. Kardeştik hepimiz. İyi günde kötü günde birlikteydik. Çocukluğumun okul günlerini hiç unutamam.

Bayramlar çok güzel geçerdi. En güzel bayramlar Nisan ayına denk gelen bayramlardı. Müslümanların Şeker Bayramı ile Hristiyanların Paskalya Bayramı birkaç yılda bir aynı günlere denk gelirdi. O bayramlar diğerlerine göre daha şenlikli geçerdi. Bayram öncesinden tüm yumurtalar tükenirdi. O zamanlar sanayi tipi yumurta olmadığı için yumurtalar Süryaniler tarafından ayırtılır ve belirgin bir yumurta kıtlığı yaşanırdı. Komşuluk ilişkileri çok iyi olduğu için tüm yiyecekler boyanan paskalya yumurtaları gibi paylaşılırdı.

Biz çocuklar yumurta tokuşturmaya doyamazdık. Bayramların en zevkli oyunuydu. Hatta bayramdan sonra Müslüman esnaf evlerinde boyadıkları yumurtaları bir hafta boyunca sepetlere koyar kapı önlerinde satarlardı. Sokıl Bakar’daki küçük meydanlıkta kurulan bayram yeri harçlığını alan çocuklarla dolardı. Dönme dolap çok ilgi görürdü, çocuklar bir türlü inmek istemezlerdi dönme dolaptan. Bayramlar bayram tadındaydı bir zamanlar.

Bayramlarda fotoğraf çektirme geleneği vardı o yıllarda. Bayram için diktirilen kıyafetler giyilir fotoğrafçılara gidilirdi. Fotoğrafçılar dekor olarak kullandıkları çiçek, vazo veya sepet gibi objeleri fotoğrafta iyi bir görsel oluşturmak için sağa sola yerleştirir, pozları ayarlar ve fotoğrafı çekerdi. Çok güzel fotoğraflar büyütülerek bir müddet vitrinde kalır, gelen geçen fotoğrafçının dükkânı önünde duraklar fotoğraflara bakar geçerdi. Her evde Foto Nur ya da Foto Avni’de çekilmiş fotoğraflar bulunurdu. Bayram günlerini hep özlerim.”

Hanna’nın hikayesi bu kadar değil, devam edecek. Gerçek olduğunu umarım anlamışsınızdır. Ne yazık ki ben yazmakta geciktim. Hanna geçen yıl doksan yaşında Amerika’da vefat etti, öyküsünün yazıldığını göremedi. Huzur içinde uyusun.

Bu öyküyü Müslüman, Hıristiyan tüm arkadaşlarıma hediye ediyorum.

Bayramınız kutlu olsun.