"Ülkemizde ne yazık ki doğum oranlarında ciddi bir düşüş yaşanıyor. Gelişmiş ülkeler, genç nüfusu artırmak için her türlü imkânı seferber ederken biz bu konuda ne yapıyoruz?"
Genç Nüfus ciddi bir bekâ ve milli gevenlik sorunudur. (Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Nüfus Etütleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Eryurt, hazırladığı nüfus projeksiyonu ve Türkiye'de doğurganlık hızının düşmesine ilişkin değerlendirmelerde Türkiye nüfusunun, 2070'lerin ortasına doğru 70 milyonun, 2100'de 50 milyonun altına düşüyor.")
Gelişmiş ülkeler genç nüfusu artırmak için her türlü imkânı seferber ediyor, ailelere daha fazla çocuk yaptırmak için akla gelen her yola başvuruluyor. Türkiye Ak Parti hükümetiyle birlikte nüfus planlamasını rafa kaldırarak fazla çocuk yapmayı teşvik etmeye başladı. Bu cümleden olmak üzere çalışanlara ikinci çocuktan sonrası için de çocuk yardımı verilmeye başlandı, doğum ve süt izinlerinde önemli iyileştirmeler yapıldı, aile yardımı görece artırıldı. Çalışanlara yönelik bu teşvikleri önemsiyorum. Teşvikler, nüfusun dengeli artışına hatırı sayılır katkı sağlayacaktır. Ancak Türkiye bu konuda samimi ise çalışmayan bayanlara da benzeri teşvikler getirmelidir.
Türkiye'nin en ciddi meselesi yaşlanan nüfustur.
Çocuk yoksa devlet yok, asker yok, millet yok, eğitim yok ve ekonomi yok.
Modernitenin kavramları: Çalışmak özgürlüktür bu nazilerin sözüdür, Arbeit macht frei; "çalışmak özgürlük getirir", "çalışmak özgür kılar", "çalışmak insanı özgürleştirir" anlamlarına gelen bir Almanca deyiştir. Slogan, birçok Nazi toplama kampının girişinde yer almasıyla ün kazanmıştır.
Çalışmak sorumluluktur, ödevdir. Kadının çalışmasını teşvik eden kapitalist sistem kadını annelikten kopardı. Dışarıda bir işte çalışmamayı onursuzluk ve aşağılık olarak empoze edildi.
Çalışmıyor evde oturuyorsun o zaman sen işe yaramaz bir tipsin. Çocuk bakıyorum ya ooo inekte doğuruyor, tavukta yumurtluyor.
Bu gün Amerikalı feministler çocuk doğurma ve onlarla vakit geçirme haklarını tartışıyorlarken biz de kadının annelikten uzaklaştırılması için elimizden gelen kötülükleri yapmaya devam ediyoruz.
Amerikalı hukukçu Elmar Slater zamanında Clinton’un danışmanlık teklifini çocuğumla vakit geçiremiyorum diye kabul etmedi.
Evlilik mi, Ekonomik Ortaklık mı? Kadının Zorunlu İstihdamı Üzerine Bir Toplumsal Yansıma
Eskiden evlilik, iki insanın duygusal bağlarla kurduğu bir hayat yolculuğuydu. Bugün ise bu yolculuk, giderek daha fazla ekonomik hesaplarla şekilleniyor. Aile kurmak, sadece sevgiyle değil; geçimle, kira ile, faturalarla ve geleceğe dair maddi planlarla mümkün hale geliyor.
Bu dönüşüm, özellikle kadınlar üzerinde yeni bir baskı oluşturuyor. Günümüzde erkeklerin büyük çoğunluğu artık “çalışan eş” arayışında. Bu eğilim, kadının iş hayatına katılımını özgür bir tercih olmaktan çıkarıp, evlenebilmenin neredeyse zorunlu bir ön koşulu haline getiriyor. Kadın, arzu etmese bile çalışmak zorunda kalıyor; çünkü evlilik, giderek iki maaşlı bir ekonomik ortaklık gibi algılanıyor. Zamanın Başbakanı Binali Yıldırım’ın da dikkat çektiği gibi, “anneler acil servislerde ve okullarda kız bakmaya başladı.” Bu tablo, toplumsal dönüşümün ekonomik baskılarla nasıl şekillendiğini açıkça gösteriyor
Toplumumuzun kültürel ve sosyo-ekonomik yapısı değiştikçe çalışkan gelin algısı iş hayatında çalışan gelin algısına evirildi.
Bu algı damat ve damat annelerini çok farklı beklentiler içine soktu. Öyle ki bazı damat ve damat anneleri sanki fabrikadan gelin sipariş ediyormuş gibi hareket ediyor. KPSS’de atanmış mı atanmamış mı? Sözleşmeli mi, kadrolu mu? Şu iş grubundan olsun şundan olmasın. Mesaisi esnek olsun, izni şöyle olsun vb. gibi haddi hesabı olmayan isteklerde bulunuyorlar.
Bu durum özellikle gelin adayları için kırıcı oluyor. Zira karşılarına oturduklarında onlarla bir ömür geçirmeyi düşünen biri değil de, bu kızla evlenirsem 1 seneye araba alırım, 2 seneye ev alırım, şöyle rahat ederim, böyle keyifli olur hesabı yapan bir damat çıkıyor. Damat adayları aynı zamanda eşinin diploması üzerinden hayaller kuruyor. Eczacı olan eşi sayesinde eczane açma, mühendislik diploması olan eşi sayesinde müteahhitlik işlerini halletme gibi emellerini hayata geçirme planları yapıyor.
Peki bu duruma gelinmesinin sebepleri neler? Öncelikle erkek çocukları artık el bebek gül bebek yetiştiriliyor. Az çocuklu, bol vakitli ailelerde hiçbir sıkıntı görmeden, hiçbir problem yaşamadan büyüyen çocuklar evlilik, eşinin nafakasını temin etme gibi bir sorumluluğu üstlenemiyor. Öyle ki hanımı çalışan kendi ise evde keyif yapan erkeklerin sayısı artmaya başladı. İş beğenmeyen, işten kaçan, çalışmaktan erinen erkekler iş evlenmeye geldiğinde eşlerinden meslek ve kazanç anlamında beklenti içinde oluyorlar.
Aynı zamanda annelerde çalışma hayatını kızlarına dayatıyor. Kızlarını çalışma konusunda şartlandıran anneler nedeniyle hanımlar çalışmama gibi bir alternatifi düşünemiyor bile. Bu beklentiler sonucu hanımlar ben zaten çalışmak zorundayım ve çalışmam sebebiyle tercih edilmem garip değil, algısına sahip oluyor. kızının çalışmasını uman bir anne elbette gelininin çalışmasını da önemsiyor.
Burada asıl problem erkek tarafının çalışan bir eşle evlenmesi değil. Evlenirken karşısındaki bireyin çalışmasını şart olarak koşması ve bu beklenti içinde olması. Zira evliliği dahi tamamen maddiyat boyutuna indirgememiz toplum olarak görünene olan tamahımızın ne kadar arttığının göstergesi. Evlilik algımız gittikçe kapitalleşti. Bu durum evliliğin artık maddi beklentiler üzerinden şekillenmesine sebep oluyor.
Bu durum, toplumsal cinsiyet rollerini yeniden şekillendiriyor. Kadının üretkenliği, sadece ev içi emekle değil, dış dünyadaki ekonomik katkısıyla ölçülüyor. Oysa kadının çalışması, sadece evlilik için değil, bireysel gelişim ve toplumsal fayda için de değerlidir. Ancak bu değer, çoğu zaman ekonomik zorunlulukla gölgeleniyor.
Evlenen bireyler birbirini bir eş, yoldaş sırdaş olmaktan çok maddiyat gibi somut değerler üzerinden değerlendiriyor. Bu da yanlış temeller üzerine kurulan ve çabuk yıkılan evliliklere sebep oluyor.
Toplum olarak şu soruyu sormamız gerekiyor: Kadının iş hayatına katılımı, gerçekten özgür bir tercih mi, (Öyleyse saygı duyulması gerekir) yoksa evlenebilmenin mecburi bedeli mi? Bu sorunun cevabı, sadece kadınların değil, toplumun vicdanını da ilgilendiriyor.
Naçizane ben, bazı öneriler getirmek istiyorum. Nüfusun, nüfuz ve güç demek olacağı günler hiç de uzakta değil. O yüzden nüfusun dengeli artışı adına ev hanımlarının toplumsal itibarını artırmak, sosyal güvence sağlamak ve ekonomik katkılarını görünür kılmak zorundayız.. Ev hanımlarının aile ve toplum içindeki rolünü güçlendirmek için ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik destekler sağlanmalıdır.
Teşvik paketleriyle ev hanımlarının sadece 'çalışmayan kadın' olarak değil, aile ve toplum için değer üreten evde çalışan bireyler olarak görülmesini sağlayacak; hem ekonomik hem de sosyal güvenceler getirilmelidir.
Devlet, nüfus konusunu stratejik bir konu olarak ele almalı. Çalışmayan kadınlara yönelik bir eylem planı hazırlamalıdır. Bu durumda işsiz erkekler iş bulmuş olur. İş bulan erkekler evlenmeyi düşünebilecek, aile kurmaktan çekinmeyecektir. İş bulmak, özellikle erkekler için hâlâ birçok kültürde “hazır olmak” ya da “sorumluluk alabilmek” anlamına geliyor. Türkiye’de de geleneksel aile yapısında erkeğin ekonomik güvence sağlaması, evlilik kararında belirleyici bir unsurdur.
Devlet ancak çalışırsan destek veririm derse, doğal olarak annelerde iş hayatına akar. Bu durum çocukların çoğunun anne şefkatinden ve merhametinden yoksun, asi ve serseri büyümeye zorlamış olur. Bunun Yerine;
· Aile yardımı dişe dokunur oranda artırılarak direkt annenin hesabına yatırılabilir.
· Çalışmayan kadınlara her çocuk için iki yıl süreli emeklilik primi yatırılabilir.
· Çalışmayan kadınlara daha fazla çocuk yardımı yapılabilir. Ev Hanımı Aile Katkı Payı: Aile gelirinden ayrı bireysel hesaba devlet katkısı sağlanması.
· Evden Çalışma Desteği: Mikro girişimcilik için küçük sermaye desteği.
· Yaşam Boyu Eğitim Hakkı: Açık lise, üniversite ve sertifika programlarında ücretsiz kontenjan.
· Üç ve daha fazla çocuk yapan kadınların bireysel emeklilik primleri devlet tarafından yatırılabilir. Ev Hanımı Emekliliği
· Resmî Statü: Ev hanımlığı, 'aile içi bakım emeği' olarak resmî meslek kabul edilmeli.
· Ev Hanımı Kartı: Ulaşımda indirim, kültürel etkinliklerde ücretsiz giriş, alışverişte özel avantajlar sağlanmalı
· Ev Hanımlığı Günü: Ev hanımlarının toplumsal katkısının kutlanması için özel gün ilan edilmeli.
· Ücretsiz Sağlık Sigortası: Ev hanımları ve çocuklarına tam kapsamlı sağlık güvencesi sağlanması.
· Psikolojik Destek Hattı: Yalnızlık ve tükenmişlik yaşayan ev hanımlarına ücretsiz danışmanlık hizmetinin sunulması
· Eşi asgari ücretle çalışan annelere maaş bağlanmalıdır. Bu sayede sayıları milyonları bulan sırf ekonomik kaygılarla çalışan annelerin iş hayatından çekilmesi demektir.
Bazı istatistiki verilerle bunu biraz daha açalım; Ülkemizde;
Genel ücretli çalışan sayısı: TÜİK’in Ocak 2025 verilerine göre Türkiye’de sanayi, inşaat ve hizmet sektörlerinde toplam 15 milyon 407 bin ücretli çalışan bulunuyor.
Kadın çalışan oranı: TÜİK’in geçmiş yıllardaki istihdam istatistiklerine göre kadınların toplam istihdam içindeki oranı yaklaşık %30 civarında seyrediyor. Bu oran ücretli çalışanlar arasında biraz daha düşük olabilir.
Asgari ücretle çalışan oranı: DİSK-AR’ın 2025 Asgari Ücret Araştırması’na göre Türkiye’de çalışanların yaklaşık %40’ı asgari ücretle çalışıyor. Bu oran kadınlar arasında daha da yüksek olabiliyor çünkü kadınlar genellikle hizmet, perakende ve bakım sektörlerinde yoğunlaşıyor—bu sektörlerde asgari ücret yaygın.
Tahmini hesaplama:
· 15,4 milyon ücretli çalışanın %30’u kadın → yaklaşık 4,6 milyon kadın çalışan
· Bu kadınların %50’si asgari ücretli varsayılırsa → yaklaşık 2,3 milyon kadın asgari ücretle çalışıyor demektir.
Birçok hanım okuyucu bana kızacak ama bu bir realitedir: Bir kadına iş verirseniz sadece bir insana aş vermiş olursunuz. Çalışan kadın işsiz erkekle kolay kolay yuva kurmaz. Ama bir erkeğe iş verirseniz en az dört insana aş vermiş olursunuz. İşi olan erkek işsiz hanımla evlenme oranı daha yüksektir. Bu da en az iki çocuklu bir Aile demektir.
Bilinmelidir ki, bir kadının devlete yapabileceği en büyük katkı; sağlıklı, milli ve manevi değerlere bağlı, anne babasına saygılı çocuk yetiştirmektir. Buda ancak 15-16 yıllık ciddi bir annelik emeği ile mümkündür.
Yarın:Aileye Dair Çok Boyutlu Bir Bakış (Kadınların Çalışması ve Boşanmalar Arasındaki İlişki)