Aile, insanlık tarihinin en kadim ve en sağlam kurumudur. İnancın, kimliğin ve kişiliğin şekillendiği, millî ve manevi değerlerin gelecek nesillere aktarıldığı eşsiz bir mekteptir.
Kıymetli Okuyucularım,
Bu köşede yazmaya ilk adımımı atarken, sözün bereketiyle sizlerle buluşmanın heyecanını yaşıyorum.
“Sokaklar suskun, ekranlar gürültülü; peki toplumun gerçek nabzı nerede atıyor?” “Vicdan, kalemin ucuna sığar mı; yoksa satır aralarında mı haykırır?” “Bu köşe, sessiz çoğunluğun sesi olmak için yazılacak.”
Kalemin ucunda vicdan, satır aralarında toplumun sesi... Her kelimesi, bir yürek sızısına, bir umut kıvılcımına dokunmak için seçiliyor. Çünkü bu satırlarda sadece fikir değil, vicdan konuşacak.
Yazılarımda, güncel meseleleri birlikte ele alacak; fikirlerimizi paylaşarak ortak bir düşünce iklimi oluşturacağız.
Bu ilkyazımda ise hepimizin hayatında en derin izleri taşıyan bir konuyu, aileyi konuşmak istiyorum. Çünkü aile, sadece bir sosyal yapı değil; sevginin, merhametin, sorumluluğun ve aidiyetin en saf halidir. Aile konusunu enine boyuna tüm yönleriyle bir seri halinde sizlerle paylaşıyor olacağım.
Aile, insanın dünyaya gözünü açtığı ilk mekândır. Sevgi, güven, aidiyet ve sorumluluk gibi temel duyguların filizlendiği bu yuva, bireyin karakterini şekillendiren en güçlü etkendir. Sağlam aile bağları, sadece bireyin değil, toplumun da huzurunun teminatıdır.
Aile, insanlık tarihinin en kadim ve en sağlam kurumudur. İnancın, kimliğin ve kişiliğin şekillendiği, millî ve manevi değerlerin gelecek nesillere aktarıldığı eşsiz bir mekteptir.
Nitekim Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Kendileriyle huzur bulasınız diye sizin için eşler yaratması ve aranızda sevgi ile merhamet var etmesi, O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir.” (Rum, 21) Bu ilahi beyan, ailenin yalnızca bir sosyal kurum değil; sevgi, saygı, şefkat ve merhametin tecelli ettiği kutsal bir ocak olduğunu ortaya koyar. Eşler arasında kurulan bu manevi bağ, huzurun ve güvenin temelidir. Aile, Allah’ın rahmetinin bir yansıması olarak, bireylerin ruhen sükûnete erdiği, sevgiyle büyüdüğü ve merhametle korunduğu bir sığınaktır.
Bugün, aile yapısı, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar kuşatma altındadır. Şer odakları; aile bağlarını zayıflatmayı, nesilleri şahsiyetsiz ve kimliksiz bırakmayı, öz değerlerinden ayırmayı bir hedef haline getirmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 1934 yılında kaleme aldığı 24. Lem'a adlı eserinde, aile hayatına yönelik tehditleri o dönemde açıkça dile getirmiştir. Türkiye'deki aile yapısına yönelen şeytani saldırılara dikkat çeken Bediüzzaman, eserin "Ehl-i iman âhiret hemşirelerim olan kadınlar taifesi ile bir muhaveredir" başlıklı bölümünün İkinci Nüktesi'nde şu çarpıcı ifadeyi kullanır:
“Bildim ki, bu millet-i İslâm’a bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.” Bu tespit, aile kurumunun zayıflatılmasının toplumun manevi yapısına ne denli büyük zararlar vereceğini öngören bir uyarı niteliğindedir. Bediüzzaman, kadınların iman ve ahiret eksenli bir hayat sürmelerini teşvik ederken, aileyi hedef alan bozguncu akımlara karşı da güçlü bir duruş sergilemiştir.
Hayatı boyunca sabır ve metanetle çilelere göğüs geren Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, genellikle bedduadan uzak durmasına rağmen, aile hayatını ifsat eden karanlık odaklara karşı sert bir tavır sergilemiştir. 24. Lem'a'da geçen şu sözleri, bu tavrın en çarpıcı örneklerinden biridir:
“Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! Allah, bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin. Âmin.”
Bu ifadeyle Bediüzzaman, İslam toplumunun temel taşı olan kadınları hedef alan bozguncu yapıların tehlikesine dikkat çekmiş; dua ve bedduayı aynı cümlede bir vicdan haykırışı olarak dile getirmiştir. Onun bu çıkışı, aile kurumunun korunması ve manevi değerlerin muhafazası adına bir uyarı ve dua niteliğindedir.
Modern hayatın telaşı içinde, aynı evde yaşayıp birbirimize yabancılaştığımız zamanlar oluyor. Oysa aile; bir çocuğun özgüveni, bir gencin yönü, bir yaşlının huzurudur.
Ne yazık ki modern hayatın hızla değişen ritmi, teknolojinin bireyselleşmeyi teşvik eden yapısı ve zamanla zayıflayan değer algısı, aile içi bağları da sarsmaya başladı. Artık aynı evde yaşayan bireyler bile birbirlerine yabancılaşabiliyor; ortak sofralar, ortak duygular yerini sessizliğe ve uzaklığa bırakabiliyor.
Birbirine bağlı bireyler, hayata karşı daha dirençli, daha umutlu ve daha merhametli olurlar. Aile, sadece kan bağı değil; gönül bağıdır. Bu bağı korumak, yaşatmak ve güçlendirmek hepimizin ortak sorumluluğudur.
Aile değerlerinin örselenmeye çalışıldığı bu zamanda bize düşen; dünyadaki cennetimiz, muhkem kalemiz, son sığınağımız olan ailemizin kıymetini bilmektir.
Bu yazı vesilesiyle siz kıymetli okuyucularımı, aile bağlarını yeniden düşünmeye; ihmal ettiğimiz küçük ama etkili dokunuşları hatırlamaya davet ediyorum. Bu doğrultuda, ailemizle geçireceğimiz nitelikli zamanı malayani meşguliyetlerle israf etmemek; aile içi iletişimi canlı ve samimi tutmak; her bir ferdin duygusal ihtiyaçlarını özenle gözetmek; özellikle çocuklarımızı, ailenin sıcaklığından, sevgisinden ve ilgisinden mahrum bırakmamak büyük bir sorumluluktur. Çünkü aile, sadece birlikte yaşanan bir mekân değil; ruhların birbirine dokunduğu, sevgiyle büyüyen bir kalp iklimidir.
Yarın: Modern Dünyada Aile Bağlarının Zayıflaması