Kadim bilgelik, hakikate yolculuğun dışarıda değil, içeride başladığını söyler. Zihnin gürültüsü, kalbin bulanıklığı, benliğin aceleciliği ve bencilliği… Tüm bunlar insanın hakikati berrak bir bakışla görmesini engeller. Bu nedenle epistemik terbiye, niyetin sadeleşmesi ve içsel disiplinle başlar.

Cehalet, Tevazu ve Epistemik Terbiye

Cehalet, ışığın yokluğudur. Karanlıkla kurulan kötü bir ittifaktır. Bilmemek değil; bilmeye kapalı olmaktır. Hakikatin kapısına kendi elleriyle perde çekmek, yüreği susturmak, ışığı görmezden gelmektir. Cehalet, dış dünyanın yoksulluğu değil; iç dünyanın uyuşmasıdır. Karanlık, ışığa tercih edildiğinde cehalet büyür; çünkü karanlık, ışığın yokluğundan değil, gönlün ışığa kapalı olmasından doğar. En ağır cehalet ise fark edilmeyen cehalettir: insanın kendi bilgisizliğini bilgelik sanması, hissini hakikat, sesini ölçü saymasıdır.

Süryani kültüründe bilgi, salt bir birikim ya da zihni dolduran kuru bir yük değildir. Bilgi; insanın iç âlemini arındıran, kalbin yönünü, niyetin berraklığını ve bakışın derinliğini şekillendiren bir ışıktır. Bu yüzden epistemik terbiye — yani bilginin insanı eğitmesi, dönüştürmesi ve olgunlaştırması — bu kadim geleneğin içinde sessizce akan bir bilinçtir. Bu bilinç, bilgiyi insanın iç dünyasıyla buluşturur. Bilmek, öğrenmekten daha fazlasıdır; öğrenilenle incelmek, onunla değişmektir.

Kadim bilgelik, hakikate yolculuğun dışarıda değil, içeride başladığını söyler. Zihnin gürültüsü, kalbin bulanıklığı, benliğin aceleciliği ve bencilliği… Tüm bunlar insanın hakikati berrak bir bakışla görmesini engeller. Bu nedenle epistemik terbiye, niyetin sadeleşmesi ve içsel disiplinle başlar. İnsan içini durulttukça aldığı bilgi olgunlaşır; olgunluk arttıkça da iç sesi derinleşir. Böylece bilgi, bir erdem olarak davranışa; bir bilinç olarak hayata taşınır.

Cehalet, yalnızca bilmemek değildir; çünkü o aynı zamanda ruhun körelmesidir. Cehaletin kök saldığı yerde farkındalık körelir, kibir büyür, önyargılar çoğalır, merhamet daralır. İnsan her duyduğunu hakikat, hissetti her şeyi gerçek sanmaya başladığında, aklın zarafeti kaybolur. Oysa bilgelik, bildikçe yükselmek değil; bilmediklerini fark ettikçe alçalmayı öğrenmektir. Gerçek bilgi, cehaleti yok eden değil; onu fark ettiren bir nurdur.

Tevazu ise bu bilgelik yolculuğunun en zarif durağıdır. Tevazu, kişinin kendini küçültmesi değil; içindeki kibri hafifleterek gerçeğe yaklaşmasıdır. Kibir görünür olmak ister; tevazu görünürlüğü bırakıp derinliği büyütür. Boş başak dik durur; dolu başak eğilir. Alçakgönüllülük, insanın değerini gölgelemez; o değeri başkalarına üstünlük taslamadan taşımayı öğretir. Kibir duvar örer; tevazu köprü kurar. Alçakgönüllü insan kimseyi küçümsemez; çünkü her insanın bir hikâye, bir acı, bir emanet taşıdığını bilir.

Süryani kültüründe cehalet ancak tevazu ve epistemik terbiye ile aşılabilir. Tevazu insanı benliğin körleştirici kibrinden arındırırken, epistemik terbiye bilgiyi hakikate uygun bir olgunluğa dönüştürür. Bu iki güç birleştiğinde cehaletin karanlığı çözülür; insan hem içsel hem de toplumsal anlamda dengeli bir bilgelik yoluna girer.

Ve öz terbiyesini bulmuş insana yaşam hikmete şu hakikati fısıldar: İnsan bilgiyi çoğalttıkça değil; bilgiyle inceliği, tevazu ile derinliği, farkındalıkla olgunluğu birleştirdikçe hakikate yaklaşır.

Yusuf Beğtaş

www.karyohliso.com