İçsel kafesinden çıkamayan bir insan için dış dünyanın özgürlüğü anlamını yitirir. Zira içsel kafes, insanı daraltan; sığlaştıran ve ruhen sıkıştıran bir hâlin adıdır.
Kahfurto veya İçsel Kafes
Süryanicenin Surayt lehçesi, içsel kafes konusunda binlerce yıllık bir hakikati hatırlatır: “Nufkina mi kahfurtaydan – ܢܶܦܽܘܿܩ ܡܼܶܢ ܩܰܚܦܽܘܼܪܬܳܐ ܕܺܝܼܠܰܢ” “Kahfurtomuzdan çıkalım.”
Bu veciz söz, insandaki darlık, tıkanmışlık ve sığlığa güçlü bir göndermedir. Çünkü içsel kafesinden çıkamayan bir insan için dış dünyanın özgürlüğü anlamını yitirir. Zira içsel kafes, insanı daraltan; sığlaştıran ve ruhen sıkıştıran bir hâlin adıdır.
Süryanicede bu hâl “kahfurto’dan çıkmak” olarak ifade edilir. Çünkü iç dünya genişlemeden dış dünyanın darlığı genişlemez; sığlık, derinliğe dönüşmez. Bu nedenle “kahfurtomuzdan çıkmalıyız.” Yani bizi daraltan içsel hâlden daha geniş bir varoluş hâline geçmeliyiz.
Kahfurto, balçıktan yapılmış bir kap gibidir: dar, sığ ve ağır. Ve kim bu kabın içindeyse, dışarıda özgür olduğunu sanması sadece bir yanılsamadır.
Kahfurto, ruhun sıkışmış hâlidir; düşüncelerin, duyguların, umutların ve korkuların iç içe geçip oluşturduğu kişisel bir hapishanedir. Ondan çıkmadan insan ne geniş düşünebilir, ne derin hissedebilir, ne de gerçek bağlar kurabilir. Kendini bulma ümidiyle yola çıkanların bu gerçeği göz ardı etmemesinde fayda vardır. Çünkü gerçek yolculuk, önce kendi kahfurtomuzdan çıkmakla başlar. İçimizdeki dar alan genişlemeden dış dünya genişlemez.
Ama bazıları kendini bulma ümidiyle yola çıkar ve kahfurto’dan çıkmak yerine onu taşır başka bir pencereye. Bir öğretiye tutunur, bir rehbere sarılır; “Artık kendim olacağım” derken aslında kendisi olmayan şeylere dönüşür. Bulunduğu pencereden çıkmak isterken, bu kez başka bir pencereye hapsolur. Çerçeveleri değiştirip özgürleştiğini zanneder; oysa sadece hücre değiştirmiştir.
Kendini bulma yolculuğunda bulduğu şey; daha dar bir hayat, daha kırılgan bir ruh, daha kapalı bir kalp. Yani başka bir kahfurto—ama bu kez daha kirli olur.
Ve zamanla fark edilir ki; kendini bulma arzusuyla öyle bencilleşmiştir ki tanınmaz hâle gelmiştir. Öyle kırıcıdır ki, ona selam vermeyen herkesi düşman sanır. Öyle alıngandır ki, en küçük söz bile kavga sebebidir. Öyle kopmuştur ki, bağ kurmayı özgürlüğe tehdit görür. Öyle daralmıştır ki, hayatı tek bir görüşün içine sıkıştırır. Öyle küçülmüştür ki, bir gölge gibi dolaşır; en çok da kendisine zarar verir. Öyle kapanır ki, herkesi dışarıda bırakmayı olgunluk sanır. Öyle kasılır ki, en ufak eleştiriyi ihanet kabul eder. Öyle yabancılaşır ki, “kendini bulma” adı altında herkese karşı dışlayıcı bir tutuma bürünür.
Ve insan içinden istemsizce şu soruyu fısıldar: “Eğer kahfurto’dan çıkmak buysa, keşke hiç çıkmasaydın.”
Çünkü bazıları kendini bulma yolunda büyümesi gerekirken küçülür; genişlemesi gerekirken daralır; derinleşmesi gerekirken yüzeyselleşir.
Hayatın bütün boyutlarından beslenmek yerine tek bir pencereye sığınırlar. O pencere zamanla bir duvara, o duvar bir hücreye dönüşür. Sonunda ise, çok mutlu olmak isterken herkesi tüketen; huzur ararken herkesi yoran; “kahfurto’dan çıkacağım” derken kahfurto’ya daha çok sıkışan; “kendim olacağım” derken kendine bile yabancılaşan doymak bilmez bir varlığa dönüşmüş olur.
Oysa kendini kaybetmenin en hızlı yolu, aydınlanma adıyla karanlık bir çukura inmektir. Gerçek dönüşüm; insanın kendini büyütürken kimseyi küçültmemesi, bağlarını koparmadan özgür olması, kendisi olurken kendine zarar ermemesidir.
Ve en önemlisi: Bir pencereye değil, hayata açılmaktır. Kahfurto’sundan samimi bir farkındalıkla çıkabilenler, gerçek özgürlüğe ve derinliğe ulaşanlardır.
Yusuf Beğtaş